31 Aralık 2009 Perşembe

YENİ YILDA





YENİ YILDA HERŞEY DEĞİŞECEK!
1 yeni yıl çok güzel geçecek diye bir yıla başlayacağım.

2 yeni yılda daha mutlu bir insan olacağım.

3 yeni yılda daha çok aşık olacağım( aşık olmak lügatımda bulunmaz ama)

4 yeni yılda beni seven çok daha fazla insan olacak.

5 yeni yılda eski kiloma düşeceğim.

6 yeni yılda dostlarım yine benimle birlikte olacak.

7 yeni yılda saç rengimi daha çok değiştireceğim, uzun saçlarım daha da uzun olacak :)


8 yeni yılda çılgın aşkların içinde bulucam kendimi.

9 yeni yılda evlenme teklifi alacağım.

10 yeni yılda dersler bana çok kolay gelecek, notlarım iyi gelecek.

11 yeni yılda uçağa iniş ve binişlerde hep mutlu olacağım.

12 yeni yılda güzelliğime güzellik katacağım.

13 yeni yılda çok güzel kıyafetlerim olacak.

14 yeni yılda bir onunla bir bununla çıkacağım.


15 yeni yılda bir takım kişilere itiraflar ettireceğim :)

16 yeni yılda çok sağlam ilişki insanı olacağım.

17 yeni yılda yazın çok harika bir yaz tatili geçireceğim.

18 yeni yılda ''LOVE'' yazılı tişörtler giyeceğim.

19 yeni yılda daha çok mektup alacağım.

20 yeni yılda etrafımdaki insanlar acayip akıllı davransın.

21 yeni yılda kırmızı ve bordo ruja geri döneceğim.

22 yeni yılda daha çok alkol alacağım.

23 yeni yılda firuzağa kahvesinde çay ve sigara içmelere doyamayacağım.

24 yeni yılın ikinci ayında ratatouille la başlangıçlar yapacağım*.

25 yeni yılda telefonumda yeni telefon numaraları olacak.

26 yeni yılda olur olmadık mesajlar alacağım.

27 yeni yılda paramı idareli kullanacağım.

28 yeni yılda daha az kavga edeceğim.

29 yeni yılda daha çok tiyatro, sinema ve konsere gideceğim.

30 yeni yıl MUHTEŞEM OLACAK!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

30 Aralık 2009 Çarşamba








Kur masayı Madam Despina
Kirli beyaz muşamba örtüleri ser
Çek sediri asmanın altına
Yanında bir ince Müzeyyen abla

Yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
Hamdolsun
Taze mi bitti topik
Canın sağolsun
Amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
Hamdolsun
Altınbaş kadehe yağ gibi dolsun

Gece çok genç, arzular şelale
Haber etsek o yare
Gelse Bomonti'den
Şereflendirse bizi
Olsak teyyare

Yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
Hamdolsun
Taze mi bitti topik
Canın sağolsun
Amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
Hamdolsun
Altınbaş kadehe yağ gibi dolsun

Yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
Hamdolsun
Taze mi bitti topik
Canın sağolsun
Amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
Hamdolsun
Altınbaş kadehe yağ gibi dolsun

Meral OKAY

29 Aralık 2009 Salı

SÜT DİŞİM

İlkokulda okurken bir gün, süt dişim sızlıyordu. Anladım ki o da düşecek diğerleri gibi. Okulda atıverdim süt dişimi sınıfın çöp kutusuna. İnsan bilemiyor tabi, diş ne demek. Aradan yıllar geçince, liseyi beş yıl okuyunca anladım ki okumak demekmiş. Süt dişini okulun çöp kutusuna attığımdan beri yolum okuldan gayrı bir yere gitmedi. Okul okumak diye gurbet ele düşüverdim 19 yaşımda. Uçakta anladım ki geri dönüş yoktu artık. Hep yollara gittim. Gittim geldim. Yollar yolları getirdi. Kısa soluklar nasipmiş bana bu yollardan. Selam vermekmiş geçerken yoldan eve, bu soluklar. Evden uzakta ev kurmakmış, varlığın içinde yok olmakmış, gizli gizli ağlamakmış bir odanın içinde. Odaları mağbet bilmekmiş. Mağ beti aramakmış kendi içinde. Hasretmiş bu gördüklerim rüyalarımda. Cahilliğimmiş bulduğum kitaplarda. Bir ayazın içinde ilerlemekmiş rüzgara karşı. Paltonun içinde üşümekmiş bir yolcu durağında. Yolcu olmakmış eve gidecek olan, içi bomboş olan bir eve doğru.Gönlümün gıcırdayan penceresinden içeri usul usul giren soğuklarda kendimden uzaklaşmakmış .Olup bitenler yolun başıymış. Yolun bitimi yok, yol upuzun, hava soğuk… Dağların tepeleri kar…Tren rayları uzanmıyor denizlere. Karlar erimiyor gideyim, dilim varmıyor bırakın geleyim.
Seneler seneleri kovalıyor, yollar uzuyor. Aylar uzalıp kısalıyor bazı bazı. Havalar ısınıyor memlekete varınca, dönerken soğuyor. İçim soğudu sanmıştım. Öyle bir ağaç bitivermiş ki düşünce yolum gurbete. İçime akan yaşlardan yanmış ağacım. Soğuyan bir gönül olmuş aşktan sevgiden. Yabancı bir yolcu olmuşum eve giden yolda, yabani kalmışım kurduğum evde.

Türküler olmuş yolumda bana yoldaş. Görmediğim Anadolu’yu gezmekmiş türkülerde. Saydığım karıncaları hatırlamakmış küçükken toprağın üstünde gezinen. Karınca olmakmış koca dünyada yuvaya gidecek olan, kum tanelerine çarpmadan ilerlemekmiş, sırtımızda buğday tanesi.
Bundan ibaret seneler, zar olmuş günleri defterlere katıp, defterler açmak. Dünyadan vefa beklemeyi bıraktım bundan gayrı, vefayı çiçek açan ağaçlarda gördüm. Gördüğüm ağaçlardan gerisi yabani otmuş, anladım.

24 Aralık 2009 Perşembe

Mutlu Noeller


Öncelikle bütün inananların Noel'ini kutluyorum. Herkese mutlu bir Noel diliyorum. Bu güne inanmasanız bile bugün ve yarın dua edecek olan milyonlarca insana inanın.Eminim ki iyilikten başka hiçbirşey istemiyorlar.Hepimiz için iyilik.Hepimiz için umut...

Bütün bunlara neden inanır ki insan müslümanken? Ben devamlılığa, bir başlangıç ve devam edişe inanıyorum. Allahın bizlere gönderdiği seçilmiş insanların güzel ahlakı tamamlamaları için varolduklarına inanıyorum.Gördüğüm ve şahit olduğum bütün şeylerin Allah'tan olduğunu biliyorum. En umutsuz anımda bile O'nun varolduğuna inanıyorum.Çocukluğumdan beri yaktığım bütün mumları o gördü.Onları sadece dileklerimi için yaktım. Ne hristiyanlara benzemek ne de kendimi şekilci kalıplara sokmak için yaptım bunu.Bunu hiç oyun haline getirmedim.Öyle anlaşılmış ya da öyle anlamak istiyenler olabilir.Ama bildiğim, öğrendiğim şu ki müslüman olmak istiyorsan önce dinlerin evveliyatına inanacaksın.Peygamberlerin varlığına inanıp,onlara dua edeceksin.Meryem Ana'nın önünde mum yakmaktan kimse zarar görmez.Ben hep buna inandım, annem bana böyle öğretti. Sonra okulda öğrendim birçok şey.İncili kısım kısım okudum.Fresk inceledim, mozaikler gördüm, anlamaya çalıştım.Bunların içinde ruh buldum, inanç buldum.Hepsine olmasa da inandım.Sayısız şey öğrendim fransızlardan.Onlara inanmamak için bir sebep bulamıyorum.Genellemeler yaparak bir yere varamayız. Çok dindar hristiyan da tanıdım aydın hristiyan da.

Lise 1'deyken ilk tiyatro oyunum Notre Dame de Sion Lisesi'ndeydi.O lisenin okulun dışında bir sahnesi vardır.Orada kocaman bir fotoğraf vardı.Bu fotoğrafta bir önceki Papa Jean Paul II vardı.İstanbul'a yaptığı gezide Notre Dame de Sion Lisesi'ni de ziyaret ettiğini öğrendim.Çok etkilenmiştim.Bizim oyunu sahneleyeceğimiz salon da eski bir şapeldi.O gün çok heyecanlıydım.Arkadaşım bana annesinin ona hediye etmiş olduğu Meryem Ana kolyesini verdi oyuna çıkmadan önce.O gün o oyunda bu kolyenin iyiğini hissettim ben. O salonda bana karşı bir güç yoktu.Olamazdıda.O salon bir ev gibiydi.Benim okulum da evimdi.Noel günlerimiz çok kutsaldı.O duvarlar arasında biz kimsenin inancına zarar vermedik yaşadık.Çok şey öğrendik birbirimizden.Noel şimdi benim için bir hatıra sanki.Bir gençlik hatırası.Bugün bu topraklara gelebildiysem bunu bana fransızca öğreten öğretmenime borçluyum.Ona babaannesi gizli gizli dua ezberletirmiş.Zira ailesi ateist olduğundan dinle ilgili şeyler evinde konuşulmazmış.Ona çok güvendiğim için belki de bu inançlarım daha da güçlendi zamanla.

Hazreti İsa'nın bugün doğduğu gün olması ya da olmaması benim için hiçbirşey değiştirmeyecek.Benim dikkate aldığım onun varlığı ve bizlere bıraktıklarıdır,ahlakıdır.Ona inanan ve kötülükten uzak duran insanlara yaklaşmak yapmamız gerekendir.Yaşadığımız dünyada güzelliklerin olduğuna inanmak zorundayız.Ağaçların yaprakları, yaprakların titreşimi,toprağın kokusu,toprağın bize verdikleri ve bizden aldıkları bütün bunlara inanmamıza yetecektir.İnanmak gerek.Yapabileceklerimize inanmalıyız.İstediklermizi gerçekleştirmeli, ahlakımızdan birşey kaybetmemeliyiz.Böylelikte insan olmaya yaklaşırız, geldiğimiz yere yakınlaşır topraktan tekrar doğarız.

Herkese mutlu noeller...Dua edelim ki hayallerimiz gerçekleşsin.

19 Aralık 2009 Cumartesi

biliyor muydunuz?


- İngiltere'de daha doğrusu Liverpool'da tropikal balık satıcıları hariç kadınların üstsüz gezmesinin yasak olduğunu,

-California'nın dünyanın yedinci büyük ekonomik gücü olduğunu,

-Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin şahsi evine mobilya almak için bir semti kapattığını ( bir sokak değil, kadıköy gibi bir yer),

-Senegal'deki kıvırcık saçlı zenci kızlarımızın saçlarının üzerine düz formatta peruğu dikiş ipiyle diktiklerini,

-Korsika'nın Fransız Devleti himayesi altında olduğunu,

-Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne hiçbir zaman giremeyeceğini,

-New Jersey'nin Amerika Fedarel Devletleri arasında en fakir devletlerden biri olduğunu,

-Barack Obama'nın African-American olmadığını, sadece karısı Michele'in afrikalıları temsil ettiğini,

-California'da portakal toplayıcılarının, İtalya'da da domates toplayıcılarının çok az para karşılığı çalıştığını,

-İngiltere'deki işçilerin birçoğunun Polonya'lılar olduğunu,

-Bir Barselona'lıyı sadece tipine bakarak tanıyabildiğimi,

-Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl Vietnam savaşında ölen insan sayısı kadar insanın bireysel silahlanma sonucu hayatını kaybettiğini,

-California'da 18 yaşından küçük çocukların katil olduklarında ömür boyu hapis cezası alabildiklerini,

-Paris'te Ecole de Hrant Dink adında bir okulun açıldığını,

-Avrupada en korkunç cinsel kıriminel suçların Belçika'da işlendiğini ( Grup seks yapan biri avukat biri doktor biri bilmem bir grubun bir kadının kıçına küçük çaplı patlayıcı koyması)

-Çinli kızların Fransa'da açılıp saçılıp boyuna çinli erkeklerle fink attığını,

-Çinlilerin düzgün şekilde fransızca saati bile soramadıklarını,

-Kanadalı'ların dünyanın en komik insanları olduklarını,

-Fransa'da işsizlik parasıyla kasiyerlik maaşının aynı olduğunu,

-Çevre ile ilgili meslek dallarının önümüzdeki yıllarda patlama yaratacağını,

-Artık dünyamızın yaptıklarımızı kaldıramadığını, hızla dünyanın kötüye gittiğini,

-Hayvanları sevmeden insanları sevmenin imkansız olduğunu,

-Benim Mussolini ve Hitler'e hayran olduğumu,

-Kadınların genellikle en az bir kere hoşlandıkları erkekle evlenmeyi hayal ettiklerini,

-Türkiye'den uluslararası ilişkiler konusunda bir cacık olmayacağını,

-İran'ın Federal Devlet yapısına sahip olduğunu,

Biliyor muydunuz?

Devamı bilare...

MERVE ARCASOY

12 Aralık 2009 Cumartesi

MERCI* GÖKHAN TEPE! Suchkran!


Gökhan TEPE...Bu memleketin ortaya çıkarttığı en güzel müzisyenlerden biri...
Alaylı değil, mektepkli üstelik.İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nı bitirmiş, yeşil gözlü, nur yüzlü, yakışıklı Türk delikanlısı...Hey maşşallah demek istiyorum kendisine.Güzel şarkılarını dinlemeye başlamam ortaokul çağlarıma denk gelir, zira ablam kendisine pek bir aşıktı.Kendisini Kozyatağı Carrefour yürüyen merdivenlerinde görmüşlüğüm vardır.Neyse velhasıl kelam bu çocuk sanatçıdır.
Bu çocuk söz yazar.
Bu çocuk beste yapar.
Bu çocuk nota bilir.
Bu çocuk tar çalar.
Bu çocuk efendidir.


Çöl çiçeği
Annem
Can özüm
Yürü yüreğim

Benim aklımda kalan güzide eserleridir.Bu çocuğu çok seviyorum.Ama söyleyeceklerim bunlarla sınırlı değil.

GÖKHAN TEPE ^^Elveda Derken^^ dizisinde oyunculuğunu ortaya koymuştur, bu dizi birçok Arap ülkesinde de yayınlanmaktadır.Binlerce kişiye hitap eden bir yakın ve orta doğu starı haline gelmiştir Gökhan Tepe.
Güzel Lübnan'ın güzellergüzeli Beyrut'unda yapılan ^^Star Academy^^ adlı popstar yarışmasına davet edilmiştir.Bu programda Yürü Yüreğim adlı parçasını canlı söylemiş, iki arap gence de söylettirmiştir türkçe.Binlerce bayan hayrana sahiptir Arap ülkelerinde.Dizideki rolü çok beğenilmiş, şarkıları dillerden düşmemiştir.
Onun videolarını Youtube'da görünce çok sevindim, çok mutlu oldum.
Birkaç saat öncede Disko Kral'na çıktı ve yeni şarkısını seslendirdi.Ben de hemen şarkıyı araştırıp buldum.Şarkı gerçekten güzel.Devamlı dinlediğim bir müzik tarzı değil ama çocuk temiz şarkı söylüyor, çok temiz basıyor notalara ve doğru söylüyor şarkıları.
Üniversitede de Tunuslu bir arkadaşım bana kendisinden bahsetmişti, çok sevinmiştim.Burdan çıkarılacak sonuç şu: Arap ülkeleri bizi örnek alıyor, bizi takip ediyorlar.Bu çok hoş birşey.Kuveyt de bile devamlı Türkçe pop müzik dinleniyor.Aala isimli hukuk doktoru bir arkadaşım da Tarkan'ın şarkılarını ezbere söylerdi.Koltuklarım kabarırdı.

Şimdi GÖKHAN TEPE'nin yeni şarkısının videoklibini linkini ve de sözlerini veriyorum.
Arabanız varsa, bir adet Gökhan TEPE cdsi alınız, muhakkak bir acı ayrılığınız vardır, dinleyip yadediniz.Suchkran!

http://www.youtube.com/watch?v=YtUIzI_Gwb8


Sevgilim bizi böyle ayrı koyan
Kadere boyun eğdik bile bile yenildik
Kırıcıydık üstelik sevgimize alışkanlık diye diye
Arıyorum geçip giden zamanda

Kayboluverdin bir anda
Şimdi ne olduk seninle biz
Biliyorum döneceksin bir anda
Dün gece gördüm rüyamda çok özlüyorum seni

Ben zaten senden gelen her kederi her çileyi
Kabullendim sen gittiğin günden beri
Bazen duyarsan sitemli sözlerimi bağışla
Çünkü çok özlüyorum seni

Sevgilim bizi böyle ayrı koyan
Kadere boyun eğdik bile bile yenildik
Kırıcıydık üstelik sevgimize alışkanlık diye diye
Arıyorum geçip giden zamanda

Kayboluverdin bir anda
Şimdi ne olduk seninle biz
Biliyorum döneceksin bir anda
Dün gece gördüm rüyamda çok özlüyorum seni

Ben zaten senden gelen her kederi her çileyi
Kabullendim sen gittiğin günden beri
Bazen duyarsan sitemli sözlerimi bağışla
Çünkü çok özlüyorum seni

Merve ARCASOY

11 Aralık 2009 Cuma

ADAMIN AĞZINI BOZDURTMAYIN

Neden birilerinin götleri kollanıyor? Avrupa korkusu neden? Kim lan bu Avrupa Birliği ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi? Hayır, açarım, kaparım. Benim değil mi bu devlet, bu halk. İster sürgün ederim,ister Kızılay da sallandırırım, ister Sivas ta yakarım kime ne?
Bu beni ilgilendirir . Bu benim mahkemem, benim anayasam, benim hakimim,benim medyam,benim mikrofonum.Ben konuşurum ulan! Ben asarım, keserim, kelle uçururum. Ben geceleri çocuk korkutulan milletin deviyim, ben yeniçeriyim. Ben kan akıtırım, ben mahpus damında kan kustururum vatandaşıma. Ben askerimi katlettirip, üstüne bir bardak su içmem kardeşim.
Ben düşman kanını ab-ı hayat bilirim. Bana kan aktırttırmayın. Ben petrol peşinde koşmam arkadaş, ben sivil hak yok etmem. Ben uzaklara yolladım, öldülerse bu haktan. Ben özür dilemem. Ben dinkardeşi bilirim kendime onun bunun çocuklarını, savaşlarda yerim sırtıma hançeri. Ama iç işime karışmayın. Ben çaldırıyorum bu çanları İstanbul’da. Ben Ayasofya’ya Minare dikmiş adamım. Bana yıktırtmayın halkımın gönül tahtlarını. Askerin annesine küstürtmeyin beni. Ölen evlat vatan evladı. Düşmansa sıra arkadaşım. Sıra arkadaşım hata yaptıysa öğretmen kalemini kırar! Hakimi efendim bilecek, Türk’ü kızdırmayacaksın.

Demokrasiyi git açık denizlerde ara. Akdeniz’de batık bir antik yunan gemisi o. Yakındoğu’da deniz yok, demokrasi de. Muamele ona göre. Boş hayallerle dava harcı ödeyip dava açmayın kardeşim. Akıllı olun, değiştim deyin. Uslu durun, mikrofon senin, sabaha kadar konuş. Ama güzel kardeşim sivil halkıma el uzatma. Elini kırmam, parmaklarını kırarım. Persli bir cellat olur keserim kelleni, Roma askeri gibi at peşi sıra süründürürüm.
Kapattık bitti. Açarlar güzel kardeşim. Şimdilik böyle. Rahat duraydılar. Benim hakimim ne yapsın. Anayasa böyle diyor.
Oldubitti güzel kardeşim, bugün olmaz yarın gel. Bir çay iç, yarın bakarız. Ne yapalım, Müdür Bey yerinde yok. Sen öğleden sonra bir gel, bakarız.

Sarhoş kişi ağzını bozduysa, Osmanlı tokadını basacaksın.

Merve ARCASOY

İYİ GECELER MARCEL








''Neden?'' diye sordu kendi kendine.Günlerdir salonun orta yerinde duran çamaşır selesine yöneldi.Eğer o çamaşırlar toplamazsa kimse toplamayacaktı.Siyah çorapları, siyah iç çamaşırları, siyah tişörtlerini katladı.Koltuğun üzerine koydu.Sonra da bu çamaşırları yerine kim koyacak diye düşündü.Perdeyi çekip pencereyi açtı.Aşağıda sigara içen orta yaşlı insanlar gördü.Onların kafasını yukarı kaldırmalarından korkarak içeri girdi.Masanın üzerinde duran lambayı söndürdü.Üzerinde yollanacak postaların,kütüphaneden ödünç alınmış kitapalrın, evrak gömleklerinin oldsuğu koltuğa oturdu.Televizyonda ikinci kanalı açıp bakmaya başladı.Ekrana bakıyordu.Gözleriyse başka yerlerdeydi tıpkı aklı gibi.

''Neden?'' diye sordu kendi kendine Clémentine.Marcel neden Emilie'ye geri döndü?
Neden gururunu ayaklar altına aldı? Bir gururu var mıydı hala? Emilie insanda gurur bırakır mıydı? Aptal Emilie...Aptal Emilie.Aptal kız.O yeşil gözlü koca bir aptaldı.

Ya Fabien'e ne demeliydi? Neden ona mail atıyordu? Fabien kendini bilmezin tedkiydi.Fabien biliyor musun, sen kendini bilmezin birisin.Senden hiç hoşlanmıyorum.Seni hiç düşünmedim.Evlenmek mi? Seninle beş dakika aynı yerde durmaya bile dayanamıyorum.Ama Marcel senin gibi değil.Marcel şevkatli, Marcel duyarlı,Marcel beni seviyor.Marcel'i görmek beni heyecanlandırıyor.Biliyorum Emilie onu yeniden tek edecek.O zaman Marcel beni arayacak.Marcel bunu hep yapıyor.Ah küçük, şevkatli Marcel...Hata yapmayı ne de çok seviyorsun.Bu sefer seni yine affedeceğim Marcel.Bana iyi geliyorsun.Biliyor musun Marcel, beni bir daha aradığında seni köşedeki caféye davet edeceğim.Orada sana bir sütlü kahve ısmarlayacağım.Sonra eve çağırıp sana çektiğim fotoğrafları gösterceğim.Belki beni öpersin, kim bilir.Marcel yanımda olman bana iyi geliyor.Sana bir daha Fabien'den bahsetmeyeceğim,söz.Ama sen de bana Emilie'yi anlatma.

Çamaşırları yerine kaldıracağım Marcel.Gardrobun kapaklarını kapadığımda masanın başında oturuyor ol.Ben uyuya kalana kadar orada oturup biraz nane şekeri ye.İyi Geceler Marcel.

MERVE ARCASOY

6 Aralık 2009 Pazar

VINCERE





Dün akşam Rive Gauche sinemasında ''Vincere'' yani öc anlamına gelen fransız-italyan ortak yapımı bir sinema filmi izledim.Film Mussolini ve gayri meşru aşkı İda Dalser'i anlatıyordu.Filmin çekimleri, kostümleri, müzikleri, efekteleri mükemmeldi.Ama herşeyden önemlisi senaryosu bir baş yapıt niteliğindeydi.Çok iyi sinemaya aktarılmış bir hikayesi bana göre bu.Filmin başlarında Mussolini'ye aşık oluyorsunuz ve sonlarına doğru ondan nefret ediyorsunuz.Onu canlandıran Filippo Timi gerçekten çok başarılı. Giovanna Mezzogiorno'yu anlatmaya gerek yok zaten.Karşı Pencere, Son Öpücük ve Kolera Günlerinde Aşk gibi filmlerin olağanüstü oyuncusu.Güzelliği film boyunca insanı etkiliyor.Ama bütün bu güzelliklere rağmen burada yaşanmış hazin çok hazin bir aşk hikayesi var.Benim dikkatimi çeken de bu oldu zaten.

Bu aşk hikayesi insanın yüzüne'' aşk iki kişiliktir'' saçmalığını bir tokat gibi vuruyor.İda Dalser Benito Mussolini'yle henüz diktatör olmamışken tanışıyor.Ona aşık oluyor.Çok güçlü bir aşk İda'nın Benito'ya duyduğu.İda bu aşk için herşeyi feda etmeye hazır.Kendini bu yasak aşk için harcıyor.Bir gün evindeki bütün eşyalarını sırf Mussolini ''IL POPPOLO D'ITALIA'' adlı ''İtalya Halkı'' manasına gazetesini kurabilsin diye satıyor.Paraları gözünü kırpmadan Mussolini'ye veriyor.Bu aşkta Mussolini İda 'ya sadece bir kere seni seviyorum diyor, o da almanca 'İch liebe dich'.Mussolini adeta aşkın içine düşmekten korkuyor.İda Benito'dan hamile kalıyor, çocuğunu dünyaya getiriyor ama işler çoktan değişmiş oluyor.Mussolini sosyalistken bir faşiste dönüşüyor.Bütün halkın güvenini kazanıyor.Başa en tepeye çıkıyor.Ve ne acıdır ki o zaten İda'dan önce bir kadınla evlenmiş.İda onun için sırdan bir metres.Onun eşi olduğunu, Benidito'nun da Mussolini'nin oğlu olduğunu her yerde söylüyor.Başbakanın karşısına çıkıyor.Onu paldır güldür akıl hastahanesini kaldırıyorlar ve yıllarca orada rahibelerin onun mektuplarını oğlunu götürmelerini bekliyor.Aradan yıllar geçiyor.Oğlu büyüyor.Üniversite çağında o sadece Mussolini'nin konuşmalarını ezbere bilip onu canlandıran sıradan bir genç oluyor.İda akıl hastahanesinde ölüyor.Oğlunun da sonu akıl hastahanesi oluyor.Mussolini'ye ne mi oluyor? Her siyasi dönemin bittiği gibi bu dönemde biityor.Faşizm çöküyor Mussolini kurşuna diziliyor.Onu affetmek mümkün değil.

İda gözümde bir savaşçı kadın.Herkesi kandırıp '' Ben ida Dalser'im, İda Mussolini değilim'' diyebilecekken emek verdiği aşkının peşinden gidip bu uğurda hayatını söndürüyor.O onurlu bir kadın.Ve bu onur onun sonu oluyor.Kadınların çok azında onur denen şey vardır.İda da bu yüce kadınlara bir örnek.

MERVE ARCASOY

29 Kasım 2009 Pazar

köydeymişim


istanbul da değil.
bir batı anadolu köyünde.
bir köy evinde
ıhlamur kaynattım bugün.
ahşap köy evin, dağlara bakan balkonunun,
tahta trabzanına tutunup bir sigara yaktım.
bir elimde ıhlamur bir elimde sigara
nasıl yağmur yağıyor...
şakır şakır...
içimde atlet, kazak,
üstümde hırka, şal,
ayağımda çorap, patik
nasıl yağmur yağıyor...
şakır şakır...
izmaritimi saksı dibinde söndürüp
su giderinin yanına bıraktım.
yüzümü ellerimle ovuşturdum iyice
bir kere iki kere üç kere...
lastik tokamı çıkarıp saçlarımı açtım.
lastik tokayı dişlerime takıp
saçlarımı topladım.
dökülen saç tellerini
trabzandan kayasıya yere attım.
burnumu kuvvetlice çekip,
içeri girdim.
ıhlamurun altını kapatıp
uzakta, çok uzakta batı anadoluda
bir kerevet üzeri,
yağmur bitesiye uykulara daldım.
üç çeyrek sonrası yattığım yerden doğrulup,
etrafıma baktım:
''yağmur dinmiş,rüya değilmiş,köydeymişim'' dedim.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Çam Ağacı

iki gün önce tek başıma ilk çam ağacımı kurdum. doksan santimlik dev bir çam ağacı bu. kırmızı parlak toplar, lame rengi kar taneleri, gri keçe yıldızlar, parlak meşepalamutları aldım. hepsini tek tek ben iliştirdim. Çam ağaçları aralık ayının olmazsa olmazıdır benim için. ilk defa yılbaşında yurtdışında olacağım. mutsuz değilim bunun için. bazen yalnızken mutsuzmuşum taklidi yapıyorum çünkü insanlar öyle olmasını istiyor. ama öyle değil. bu şehri sanki ben keşfetmişim, ilk ayak basan benmişim gibi hissediyorum bazen. sokaklar benimmiş gibi.seviyorum ben Fransa'yı da bu gözü körolasıca fransızları da. biliyorum onlar da beni seviyorlar. konuştuğum dili seviyorum. mağazaları gezmeyi, yürümeyi, ders çalışmayı...kitaplarımı seviyorum. okuduğum bölümü çok seviyorum. bayılıyorum hukuku fransızca görmeye. bazen amfide durup etrafıma bakıyorum. görüyorumki ben de onlarla aynı şekilde anlıyorum ve ben oradayım.bunun için çok çaba sarfettim. iyiki de bütün bunlar böyle.kampüste gezerken hocalarla karşılaşmayı seviyorum, onlara merhaba demeyi.herşey yolunda aslında. çam ağacı gibi güzel be herşey.

düşmanlarımı da öğrendim ben. kimin bana zarar vereceğini biliyorum. onları kendimden uzaklaştırmıyorum çünkü en yakınlarım bana en çok zarar verenler. ama değer yargılarım değişti. yalancıyı yalancı, nankörü nankör belliyorum. bunu aklımın bir köşesine yazıp suratlarına gülerek bakarken aklımdan geçiyorum kim olduklarını. minnet duyduğum insanlar da var hayatta. onları da aklımın bir köşesine yazdım. sonsuz hoşgörü kredisi sunuyorum onlara.

kitaplarımı seviyorum. satın aldığım birer kiloluk hukuk kitaplarımı. okumayı seviyorum. sinemaya gitmeyi, tiyatroyu gitmeyi. bunları yapıyorum ben. içmeyi de seviyorum. tek başıma bir şişe şarap içmeyi ve yanında bir paket sigara katık etmeyi bir günlüğüne de olsa.

çok fazla dileklerim yok hayata dair. anladım ki herşey bizim elimizde dünya döndüğü sürece. felaketler başımıza gelmezse tabii. felaketler en çok insanlardan geliyor. pek fazla insanlarla muhatap olmamak lazım bu hayatta. kibarlığı da elden bırakmamak gerek tabii. kibarlık çok önemlidir. hatır sormak, bir telefon etmek en önemli şeydir. yaparım bunu istiyerek.

uzun vadeli hayaller kurmamak lazım. kimselere bel bağlamamalı insan. erkeklere güvenmemek lazım. ay gibi değişkendir erkekler çünkü. lünatik delilerdir erkekler. sakınmak gerek. bir de onlara kötü davranmak gerek. bırakın paralansınlar.

hayat çam ağacı gibi bir şey aslında. süslersin. yaparsın birşeyler. koyarsın bir köşeye, insanlar çam ağaçları gibidir. dururlar bir köşede. en çok ben şunu yaptım diyen, aslında bir çam ağacı gibi toprağa çakılıdır. yerinden bir milim oynayamaz. siz her geçişinizde o çam ağacını görürsünüz. kimse bir yerlere gidemez. gitmez kimse. bir köşede muhakkak dururlar.bu dünyanın uzağı yok. dünya her yerde yakın. insanlar her yerde. her sokaktan çıkıverirler. elvedalar toprağın altına girildiğinde var olur. yoksa insanlar uzaklaşamaz.

21 Kasım 2009 Cumartesi


İstanbul’undan uzakta olan her insan gibi ben de istanbul’umu düşlüyorum. Üstelik bu yaz bir hayalimi de gerçekleştirdim. Melike Demirağ’ın şarkısında söylediği gibi tekne de balık ekmek yemek fantezisi…Eminönü’ne pasaportumu yenilettirdikten sonra gitmiştim.Vatan caddesinden bir otobüse binip eminönüne geldim. Savrulan bir tekne gördüm kıyıda,yeşil koskoca denizde. Etrafında insanlar, kediler, sigara içenler…ben de 4 lira verip bir balık ekmek aldım. Bir tabure çektim altıma.tek başıma bir balık ekmek yedim. O kadar mutluydum ki. Soğan dilimleri ve bir kılçığıyla ne kadar da güzeldi o şey. O deniz ne kadar büyük ve bereketliydi…hepimize yeterdi.herkese bir balık, her balığa bir nefes vardı denizimizde. Ekmek de balık da bizimdi. Bizimdi o koskoca boğaz.kimselerin olamazdı bizden başka.çarşılar ne kadar güzeldi. Gerçekten de vardı o güvercinler.şu videokliplerde gördüklerimiz, Ara Güler’in güvercinlerinden…grili beyazlı kuşlar…kanat çırpan kuşlar, gökyüzüne bir yükselip bir yere alçalan kuşlar…simitçiler her yanda, o sıcak günde su satan büfeler, sigarayı ta içlerine çeken yorgun erkekler. Yorgun bakışlı türk insanları vardı. Sıcaktan mahvolmuş vücutlar…şimdi ne de soğuktur o meydan. Eldivenli eller dokunuyordur otobüslere, otobüsler dolup taşıyordur çalışan insanlarla, insanlar bereli, insanlar çalışkan, insanlar parasız ve insanlar bir bayram telaşında. Bütün borçlara rağmen bir bayram var haftaya. Soğuk ve sisli İstanbul da gelecek hafta bir bayram…tam üç yıl oluyor ben bir kurban bayramı görmeyeli. Oysa Eminönü her mevsim İstanbul da. Her mevsim insanlarla, çalışkan , düşünceli türk insanlarıyla…ne de görünmez şimdi sisin altında boğaz köprüsü.arabalar geçer bayramda içleri dolup taşan. Önde iki, arkada üç kişi gidilir bir bayram gezmesine. Çocuklar için bir heyecan günüdür bugün. Ne de büyük olaydır şu bayram, insanın kalbi yerinden çıkacak gibi olur. Kızların saçları sıkı sıkı toplanır yeni lastik tokalarla. Biraz baş ağrıtır o tokalar ama akşama kadar dayanır çocuk. Kurban bayramları kışın olur. Bazen yılbaşına denk gelir. Kurban bayramları’nda istanbul’daki evler kavurma kokar. Akşamları damaklar rakıyla serinletilir dans edildiğinde. Şerbetli tatlılar yenir yemekten sonra ve üzerine çay içilir en kırmızısından. Gençler balkonda gülüşerek sigara içerler. Geceleri ne kadar hareketli olur İstanbul bayramlarda. İnsanlar ekseriye güler. Bir duble rakıda ne de bol kahkaha vardır. Ve türk sanat müziği ne de derinden yaralar kalbimizi… kimler hatırlanmaz ki bir bayram gününde? Bütün kaybettiklerimiz anılır. Bütün terk ettiklerimiz ve de ayrı kaldıklarımız.
Bir istanbul’lu ya en büyük ceza onu istanbul’dan ayrı bırakmaktır. Benim istanbul’da taksimde bir tahta tepside bir tekila şat yapılır elde yarım limonla. Bir kadeh böğürtlen şarabı içilir Gönül Sokak’ta. Bir Arjantin birası içilir Mis Sokak’ta dostlarla, lise arkadaşlarıyla. Yürünür paltolarla galatasaray’a doğru. Sonra bir durulup karar verilir. Asmalı mescit te oturulur zaman durdurulup. Gece olduğu unutulur, karşıya geçmek gerektiği ve dolmuşun 5,5 lira olduğu. İstanbul çok güzeldir. Bir de kar yağdığında daha da güzelleşir.soğukta otobüse binmek, yolları izlemek, eve varınca çay içmek…
Cihangir’i hayal etmek buradan, onu ilahi kılar. Cihangir’in yokuşları güle oynaya çıkılır topuklularla. Bahçelerinde şarap içilir, sırnaşık kediler doyurulur. Tekrar tekrar gidilmek istenir Cihangir’e. Okula gidilir hiç çaresiz. Hiç çaresiz içinde buluverir insan kendini. Bir mağbet gibidir okul, bir genkızlık hatırası bizim için. Bir küçük merhabadır yapılan ve dışarı umutla çıkmaktır bu bir hayat adanılan okuldan…füniküleri hiç unutmamak gerekir, size bakan çalışkan insan gözlerini de.fünikülerden çıkıldığında güzel set üstü görülür. Güzel Üsküdar, güzel üsküdar’ın motorları görünür. Motorlara binmek için içinden geçilen küçük tahta evden geçilir, bir akbil sesiyle geçiş tamamlanır. Güzel günün sonunda binilir motora. Paltolu insanlarla bakışılır, sonra da denize bakıp düşüncelere dalınır. Denizdeki renkler değişir ekseriye, bir yeşil, bir mavi, bir siyah…Üsküdar da inilir Beşiktaş motorundan. Üsküdar da şaşkın bakışlarla izlenir insanlar. Allah ını saçlarında arayan insanlar görülür. Bir simit alınıp minibüse binilir sonra da ataşehir’e gelinir. Kendini zorla sevdirmiş eve gelinir. Zorla sevilmiş caddelerinde yürünür ve kapı zili çalınır. Orada İstanbul biter bir başka şehir başlar…
Ben şimdi bu annattıklarımdan çok uzaktayım, çok denizler, güzel pyrénées dağlar, güzel Katalan tarlalar ötesindeyim.bu bir düş, bu bir İstanbul güzellemesi.istanbul beni biraz daha bekler. Ben de onu. Mesela sadece İstanbul u terk edebilecek İstanbullu larımda,benim çok yaşamış İstanbul um da.


Merve Arcasoy

15 Kasım 2009 Pazar

nefesiniz size kalsın

Bugün başka günlerden farklı.bugün başka bir şey yazmak istiyorum.
Etrafımızı saran şu beyaz ve krem renkli duvarlar- renkli duvarlara hergün baktığınızda renklerini görmezsiniz-içinde kurduğumuz dünyalarda bizi belki de en çok mutlu eden şey hakkında. Başarı falan değil, kimilerimizin bu umurunda bile değil başarı. Bu, kadın -erkek,erkek-erkek ilişkileri hakkında.başka bir alternatif sunamıyorum, zira başka bir alternatif etrafımda hiç ceryan etmedi.evet , dediğim gibi ilişkiler.ilişkiler üzerine biraz düşünmek istiyorum.çünkü belki de bu benim tamamiyle dışında kaldığım bir konu resmi olarak.resmi olarak bir ilişki içerisinde olmayışım.in a relationship dedikleri şu yüce çemberin dışında kaldığım doğru. Peki neden? Hayır bu soruyu sormuyorum.gereksiz. ne kadar zor yazması. Nasıl bayat geliyor bu, bana ve de ne kadar manasız. İçi boş bir kutu. Çöpe atsanız daha iyi. Çünkü etrafım bunu öylesine sıradan, alışılagelmiş hale getiriyor ki bu benim burnuma küflü ekmek kokusunu getiriyor. Yeşil, mavi ve gri renklerde bir küflü ekmek kokusu ta burnumda. Facebook a konulan resimler, alınan Amerikan markalı giysiler, paylaşılan sıradan Türkçe pop müzik şarkıları, arkadaşlarla yapılan internet sayfaları üzeri yorum savaşları…ah küf kokuyor. Oysa benim anladığım ışın ötesi kadar uzak, rengini dile getiremediğim kadar çok renkli, ilişkilerden anladığım ve öylesine zor, aynı zamanda da basit bir etkileşim. İlişkiler sandığınız gibi sadece genç insanları içermez. ilişkiler genç ve yaşlıları da içerir. Sadece yaşlıları içerenlerse bana biraz uzak, o konuya giremem. Sandığınız gibi konser çocukları arasında yaşanmaz ilişkiler. İlişkiler kitaplar arasında, pencere önünde, bir market poşetinde yani günlük ve tekrarlanan her akt da yaşanır. Onu umursamazsınız, onları umursadığınız anda göze çarparlar. Yani otobüse bindiğinizde birkaç koltuk ötesinde size karşı oturan kişiyle bir ilişki içerisindesiniz eğer belirli saatlerde aynı numaralı otobüse biniyorsanız. Markette çalışan görevli sizi tanıyorsa, adınızı bilmeksizin merhaba diyorsanız alışkanlık gereği, bu da bir ilişkidir önemsenmeyen. İlişkiler kontörlere levhalaştırılmış konuşmalar ve gülüşmeler, hatta adet yerini bulsun diye yapılmış cilveli tartışmalardan oluşmaz sadece. Bunlar bilindik ilişkilerdir. Bilindik olmayansa senede 3 kere mailleştiğiniz ve her mail attığınızda cevap aldığınız iletişimlerdir. Ya da bir kış günü aylardan sonra cihangir de bir kadeh şarap içip, kaldığınız yerden devam etmektir 6 ay önceki sohbete. Sevişmekse saniyelere bakar. İstanbul gerçeğinde biraz daha komplikedir bu. Komplike kelimesi ne kadar da yerinde çünkü bu ne zor ne anlaşılmaz, bu komplike. Sevişmekse ilişkilerin ne kadar da dışındadır İstanbul da. Hakkını veremeyenlerle doludur, yakınından geçmeyenlerle ve de kıvranan yanlış yöntemlerle.

Ve insanlar sıkıldığında, başka yollar ararlar, başka ilişkiler. Erkekler kadınlarla anlaşamamaya başlar. iş arkadaşları onları nasıl da dinliyordur. Nasıldır acaba öpüşmek Mehmet’le sorusu beyinlere 6 saniye de bir geliverir. Bu Ayşe’nin göğüsleri sutyenin gösterdiği kadar mıdır sorusunun dışında bir sorudur. Dikkat edin, bu mehmet’i düşünmektir. Bu onun üzerindeki gömleği beğenmek değildir. Bu onu hayal etmektir ve bunu kendine bile söyleyememektir. Neden bu kadar da komplike bütün bunlar? Bu sorunun cevabını ben bulacak değilim, yakınından geçemem, yanıt bulmanın bu soruya. Bu sorunun cevabı arkadaşsız olmakta bana göre. Arkadaşlarla iletişim kuramamakta. Haftasonu mehmet’ e mahkum olmakta. Ayşe nin göğüslerine katlanmakta. Bu evlilik müessesine bağlılıktan ve de özgür cinsellik eksikliğinden. Bu konuşamamaktan ve de kendini ifade edememekten. Dolayısıyla da okumamaktan, okunmadığı için de okumayı unutmaktan. Ve okunanları hiç yazmamaktan… Bu şekilde bir döngü bu bana göre.bu gri girdap sizi internet sayfalarına, yazım yanlışlı iletilere itiyor, düşürüyor. Kendisi için bir şeyler yapmayan, adeta balina sürüleri halinde yaşayan insanların durumu. Kendini tanımayan, kendini düşünmeyen insanların içinde bulunduğu bir girdap bu. Bir de bu girdabın içinde olduğunu fark edenler var. fark edip içinden çıkmaya çabalamayanlar grubu mevcut bir de. Alışkanlıklarından vazgeçemeyen, korkularıyla yüzleşemeyenlerin durumudur bu. Evlenememekten korkan, başka birini bulamamaktan kokan kızın, seks yapamayacağını düşünen erkeğin, ücretsiz sex partneri bulamayacağını düşünen erkeğin düşüncesidir bu. ya da hiç onsuz kalmadığı için bu koca dünyada, ne yapacağını bilemeyen kişinin durumudur. Tek başına hiç alışveriş yapmamış, hiç sinemaya gitmemiş, kendi sevdiği dondurmanın hangisi olduğunu unutmuş kişidir bu. Ya da hiç soluk almaksızın, kendini başka birinin kollarına atan kişidir. Parmaklarında yüzük taşıma zorunluluğu hisseden insanlar risk alamaz. Yalnız ilişkiler kurmanın tadına varamaz. Birini düşünmenin o iğrenç hissini tatmaktan kaçan insanlardır bunlar. Bırakın biraz yorulsun beyniniz hayal kurmaktan. Oldu bittilerden ne kazandınız? Sorumluluklarınız ne kazandırdı size? İlişki yaşayabilmektir kendini öldürmeden.biri yaşayacak diye ona tüm nefesinizi vermek ise intihar etmektir. Pencerenin önündeki menekşenize bir karbondioksit verdiğinizde hem siz hem de çiçeğiniz nefes alır. Bırakın nefesiniz size kalsın yani bize. İlişki içine girdiğiniz bütün güzel saniyelik insanlara.
MERVE ARCASOY

9 Kasım 2009 Pazartesi

10.11.09

Bugün 10 kasım 2009
Hiç Atatürk şiiri yazmadım.
Bir kere cumhuriyet bayramı için bir şiir yazmıştım
Onu da lise hocalarım değiştirmişlerdi, olmazdı ya hicvetmek.
Şimdi sabah kalkmak istedim.
Bir forma giymek istedim en Fransız lisesi olanından.
Bir telaş görmek istedim karanlık bir Beyoğlu sabahında.
Bir kara çelenk, bir Dolmabahçe, bir ihanet karanfili…
Neler denmezdi ki sana?
Kollarımda bir ürperti, boğazımda kuru bir düğüm okurken bir şiiri,
Bir kaybetmişlik, yakın bir canı,
Bir baba, bir dede, bir bilgili amca,
Bir öncü, bir anayasa kitabındaki türk diktatör,
Bir emsalsiz asker,
Bir sayısız maskülen varolan.
Bir sonsuzluk, bir İstanbul boğazı, bir soğuk kış sabahında,
İstiklal marşı haykırışı, bir tanımadığına dökülen gözyaşı,
Bir iftihar, bir inanç, bir ne çok şey.
Bir kocaman heykel, bir mozole, bir hatıra defteri,
Bir yaradılış kaynağı, bir koca borç,
Neler, ne kadarlar
Bir yakaya ilişmiş siyah beyaz fotoğraf,
Tercüme edemediğim imkansız bir sözcükler sahibi.
Babamız, hepimizin, kendini Türk hisseden her Osmanlının.
Elimde tek bir resmin bile yok şimdi.
Sözlerini beynimden söküp alamazlar.
Sanki bir İzmirli efe eliyle oymuş sözlerini aklıma,
Sanki bir kırmızı yazma başımda,
Sen, biz, ülkemiz, acı çeken insanlarımız,
Unuttuğumuz sayısız acılarımız,
Seni unutmuyorum, evet acı çekiyorum ama
Yokluğun acı vermiyor.
Bir bilsen ne acılar var şimdi bu topraklarda…
MERVE ARCASOY

4 Ekim 2009 Pazar

ÖLMEK OLMAZ BU ZAMANDA

Bildiğimden daha erken öleceğim artık.
Biliyorum bunu.
Ben uçuyordum Boğaz’ın üzerinden
Beni vurduklarında kanadımdan.
Habersizce uzaklaşıp yeni yerler
Keşfetme peşindeydim.
Küçüktüm, çok küçüktüm.
Gittiğimde.
Bir odanın içinde buldum kendimi.
Ağaçtan bir asmakatın altında
Bir masa, bir sandalye verdiler.
Oku dediler.
Elimden tutmadılar ki
Bıraksınlar.
Asmakata çıkmak için
Çam ağacından bir merdiven
Vardı.
Düşmemelisin dedim her defasında.
Korktum bazı geceler,
Cinlerden, rüyalarımdan.
Bazen gördüm sizi yatağımın yanı başında.
Sadece küçük sanrılardı yanıma
Gelenler.
Şimdi anladım ki
Zaten benim kanadım yaralıymış doğduğumda.
Kirlenmiş benim çocukluğum
Aldatılmışım çok küçükken.
Anılarım kapkaraymış benim.
Oysa ben bembeyaz sanmıştım.
Aldatılmış bir çocukluğum varmış.
Şimdi beni aldatacakları bekliyorum.
Alıştım bu eve, bu masaya, sandalyeye.
Aldatılmaya da alışırım.
Gitmek ve gelmek benim yaşamımmış.
Yaşam olmayan gitmemek kalmamakmış.
Artık çok daha yakın toprak.
Bu sefer kimseyi istemiyorum yanıma.
Aksine tek gideceğim.
Yıkanmışım ben zaten.
Hazırım çoktan.
Beyazımı versinler üstüme.
Karanlık değil yerin altı.
Karanlık olan sizsiniz,
Beni aldatanlar.
Mutlu sanırsınız belki beni
Belli etmem belirsizliğimi
Dua ederim her gece affetmek için sizi.
Erdem ben de ne gezer
Affedeyim sizi?
Kandınız numaralarıma.
Çattım kaşlarımı, bağırdım.
Büyüdü sandınız.
Her Kabataş motorunda ağladım içimden.
Karşıya geçerken karşıma aldım sizi.
Bekledim aramanızı.
Kimse aramadı beni,
Kanadım kırıktı ya uçamazdım artık.
Bir uçak aldı beni götürdü.
Artık dönmek için tek kanadım yetmez.
Uçak da kalkmayacakmış.
Gelmeyeceğim ben.
Koca şehir küçüldü bir anda.
Hapishane oldu cennetim.
Gelmek ve gitmek meziyetti ya bana,
Eziyet oldu gelişim.
Mektuplarım vardı, resimlerim,
Kitaplarım vardı, yazılarım
Bekleşen odada.
Okul çocukluğum vardı odada.
Bıraktım hepsini, unuttum.
Bir kızım vardı,
annesiz kalan en başından.
Terk edilmeye alışmıştı nasılsa.
Aldatıldı o da benim gibi.
Anlamaz sandılar.
Oysa akıllıydı hepimizden.
Ellerin ayakların yoktu bizim gibi.
Konuşamazdın da.
Aldattılar seni.
Konuşamazdın ki sen.
Aldatmak kolaydı,
hele gitmek çocuk oyuncağı.
Haklıydım en başından.
Haklıyım hala.
Neşeli bir dudak çevirip
Hiçbir şey olmadı
Dedim düşününce.
Hiçbir şey olmadı.
Uyudum uyandım,
Ben hep buradaydım.
Bir talgo dağlardan aşırır beni
Bir dahakine
Getirir bir uçak beni
Kanatsızım diye.
Bir şey olmaz bana.
İlaçlarımı alırım yanıma.
Sabahları koyarım elimi karnıma.
Bir şey olmaz bana.
Ölmek olmaz bu zamanda.

MERVE ARCASOY

9 Haziran 2009 Salı

SOL’UM
Sol diyor
Solcu diyorlar
Sol elimle yazıyorum
Çok yazınca yoruluyor
Sağ elim ise boşta kalıyor
Sağ diyorlar
Sağcı diyorlar
Bana kalırsa boşuna
Kafa yoruyorlar
İki tane elim var
Atatürk gibi vazgeçemiyorum
Onlardan
Tek elimle gözyaşımı silerken
Diğeriyle başımı tutuyorum
Ama gene tahlil ediyor,
Çalışan kazansın diyorum.
Sol’umu seçiyorum.
KALBİMİN CENAZESİ
Bazı zaman geliyor
Utanıyorum fikrimden
Kim biliyor?
Korkmuyorum zikrimden.
Perdenin arkasından gözükmüyor
Gelen karşıdan
Gönül denen pencerede
Kapalı bütün perdeler
Pencere önü çiçeğini
Sulasam da
Açmıyor bütün laleler.
Göğüslerim bakınca görünüyor
Kafesin içinde kalbim duruyor mu?
Düşse bile duyulmuyor.
Atıyor kendini aşağıya
Sesini duysam da
Bakmıyorum.
Şu insanlar dua ediyor mu?
Ezanı duysalar da dönmüyorlar.
İçimde bir cenaze namazı kılınıyor,
Çağırsam da kimse gelmiyor.
Omzumda taşıyorum tabutunu
Kalbimin.
İntihar etmeseydi gelirlerdi diyorum.
Kötü bir kadeh şarap içiyorum üstüne,
Töreninde kalbimin.
Düğünde gibi alkışlıyorum onu,
Kalbimi ben uğurluyorum.
MASALIN SONUNDAKİ CADI
Yüzümün asıklığı
Değil şımarıklıktan.
Bir askılıkta
Tek kişi kalmasaydı pardösüm,
Belki gülerdi biraz yüzüm.
Gülüyorum duyunca güzel hikâyeler…
Hikâyelere inanıyor,
Kendiminkini ben yazamıyorum.
Bir kötü cadı misali,
Lanetle bitiyor benim masallarım.
Disney e inat kehaneti kaldıramıyorum.
Yavan geliyor yalnızlığın kulağıma vuruşu.
Bunun adı başka olmalı diyorum.
Adını koyamıyorum bu tek kişiliğin…
Çay bahçesinde bir masal yazıyorum.
Kaydıraktan kayarken tek başıma kalıyorum,
Anlıyorum ki masalı ben yazamıyorum…
Esmerliğimden belki bu kehanet,
Kara yazıyı saçlarımdan alıyorum.
Gözlerimden ateş değil gözyaşı fışkırıyor…
Tek kişiliğimden bu masalın sonundaki,
Cadı ben oluyorum.
Kırmızı elmayı veren benim elime,
Isırırken gülen yine ben oluyorum.
Güneşin doğuşunu değil,
Yağmurun bitişini bekliyorum.

6 Haziran 2009 Cumartesi

SEN

Seni kimler aldı derken Sezen Aksu
Anladım ki kimse alamaz seni benden
Ben de ki halin onda olmaz
Ondaki halin bana yaklaşmaz
Ne kadar uzakta olsam da
Uzak yol, şehir…
Bende tek bir şehir,
Onlarca şiir,
Sen den de bir tane var.
Sarılmamı kazıdım
Aklıma.
Beni unuttun sanmadım.
Kafama
Takıpta günden geri kaldım.
Siyahi zülfümü tutup çektim.
Senden çok acı vermedi,
Senden çok bende değil.
Gül demedim
Ağlama derken.
Bülbül oldum,
Geçer sandım.
Harelendin,
Göğsümde
Yarelendin.
Kabuk kalktı
Sandım
Ağlarken geçti
Sandım
Ben seni büyüdün
Sandım
Sanıp ta sana
Kandım.

MERVE ARCASOY
PATİ


Mini mini bir kuş’un doğumundan yirmi yıl sonra…

Bir küçük kutucuk
İçinde bir yavrucuk
Adıymış Ayşe Pati’cik
Karton kutunun içinde
Sütü bitmiş bir yavrucuk
Annesi olmuş Meliş’cik
Gelmiş bir Meral’cik
Tutmuş elinden Ayşecik
Öpmüş elinden Paticik
Geçmiş üstünden üç senecik
Genç kız olmuş Ayşe’cik

Ayşecikin üç yılı…

Bir kutu mama,
Öksüzlükten kurtulma,
Evi bekleme,
Babayı yalama,
Anneye hırlama,
Merme’ye ağlama,
Melişi uyandırma…

Ayşecikin sonrası…

Ormanda bir daha kaybolmadı
Meşe palamutlarını hiç unutmadı
Babasını hiç üzmedi
Annesini hiç bırakmadı
Fil çobanlığında master yaptı
Bizi hep bekledi
Yemyeşil kırlarda
Yavru geyik olup
Annesinin yanında hopladı,zıpladı,oynadı.

MERVE ARCASOY

AİLE ve Yaprak Dökümü

Genelde sinema filmleri beni çok etkiler ve onların ardından yazı yazmak isterim.Bu sefer bir televizyon dizisi beni etkiledi.İki yılı aşkın süredir izlediğim bir dizi.Burada bulunduğum o dokuz aylarda, izleyip gözyaşlarına boğulduğum bu dizi, bugün beni çok etkiledi.Yaprak Dökümü,sadece bir başyapıt değil edebiyat anlamında,aynı zamanda insan hayatını özetleyen bir serüvenler silsilesi.İnsanın belki de hiçbir zaman yalnız olmadığının bir göstergesi.Her attığımız adımda sadece bir değil iki soyadı temsil ettiğimiz gerçeğinin bir örneği.Yakın akrabalar,uzak akrabalar,hısımlar,akraba gibi olduklarımız…Aile denen şey, şu Avrupa Birliği dedikleri halka da tanımlanmamış terimlerden biri.Aile kavramının bilindiği ve içselleştirildiği bir toplumun parçası olmaktan gurur duyuyorum.Herşeye,her şeye rağmen…Bütün ikinci sayfa haberlerine rağmen Türkiye Cumhuriyeti içinde yüz binlerce aile barındırır.Bu mini mini cumhuriyette bayramlar,kandiller,sözler,nişanlar,nikahlar ve düğünler olur.İnsanların birbirlerine gülerek baktıkları, bütün dini yanılgılara karşın içki içtikleri,inadına eğlendikleri güzel günler olur.Kandiller bilhassa güzeldir.Evde babanın gelmesini beklemek,geldiğinde kandil simidini elinden almak bir başka güzeldir.Didişilen odalarda kıbleye dönüp herkese inat öz Türkçe dilek dilemek ve istemek Allah’tan olabilecek bütün güzellikleri…Gece yatarken uyuya kalana dek dua etmek,sabah kalkınca kabul edilmiş olmasını umut etmek.Şimdilerde yerini alıyor sanıyor bazı kimseler kandil ziyaretlerinin smslerin.Hiç şüphesiz yanılıyorlar.Ben benim anladığım Kur’an ‘ımın çiçeklerini nasıl kopartmadan kokluyorsam, dedemin olduğu kandilleri de öyle özlüyorum ve unutmuyorum.Sevgi denilen şey sözlerle anlatılamaz zira ben diyemedim dedeme onu sevdiğimi ama biliyor olmalı o bunu, ona gülümseyişimden.
Söz törenleri bizim ailemizde çok renkli geçer. Eski Yavuztürk’ler ve Bedestenlioğulları yani şimdilerin adları gibi Uçarı’ları pek bir renkli sözlere tanıklık eder.Gençlerin çoğunlukta olduğu, yaşı geçmişlerin ise yaşlanmadığı bu aile içki içmeyi sever,dans etmeyi de,hem de çok…İnsan kendini tanıyamazken nasıl bir başkasını tanır? İnsan kendinden korkarken nasıl korkmaz başkasından? Bunlar gereksiz…Eğer lisedeyken, hani şu içinden geçtiğim tünel var ya,gençlik denilen,o zaman öğrendiğim bir şey var, uygulamaya çalışıyorum şimdilerde: insanları oldukları gibi kabul etmek…Hepsini oldukları gibi kabul ediyorum.Esprilerime yer eden Papa Jean Paul’ün Mehmet Ali Ağca’yı affedişi gibi herkese frero diyor ve affediyorum,oldukları gibi kabul ediyorum onları…Ve uzun ömürler diliyorum.
Bayramlar eski Çakmakçı ve Parmaksız’larda baharat kokar,domates-biber salçası ve göçmenlere has ıspanaklı börek…Arcasoy’lar pek bir sessiz,ciddidir.Bir Urfa anısına bakar gülümsemek,bir söyleyişe Urfa aksanıyla…Bakanlar Kurulu onlardan daha resmi değildir.Sevgiyi halının altında arasanız göremezsiniz varsa onun umut etmelisiniz.Ama gülüşler vardır,ortaklık vardır bir evi, bir masayı paylaşmak vardır.Okunan kitaplar,bitip tükenmek bilmeyen siyasi konuşmalar ve sonuca varamamaklar…Ciddiyet Arcasoy’ların yapıtaşıdır.Ciddi olacaksın ve okuyacaksın,senin tek ödevin budur.Sorulara doğru cevap vereceksin,gerektiğinde güleceksin,espri de yapabilirsin.Demli çayını içerken düşünmeyeceksin,o anı yaşayacaksın o ev o anı bir daha yaşamayabilir.Atatürk’ten daha yaşlı değil kimse orada ama yorgun olabilirler O’nun kadar olmasa da.Dini bir yüksek öğretim kitabında tanıyacaksın, fikirler edineceksin gezdiğin sokaklarda ama kimliğini yanında gezdireceksin.Kimliğin İstanbul denilen yosmanın elinden çıkmadı bunu bileceksin.Sen çok uzaklardan geldin,bunu unutmayacaksın,portakal yerken yere dökmeyeceksin.Demli kaçak çayı kimseye değişmeyecek, çok kitap okuyacaksın.Merhametli olacak,gerektiğinde susacaksın,susmasan da kimse bir şey yapmaz ya JHer birinde ayrı bir anlayış bulunulabilir mini mini Arcasoy’ların ama yapıtaşı değişmez: ciddiyet…
Nişan ve düğünler ne kadar da güzeldir Uçarı’larda…Bütün kadınların makyaj yaptığı,topuklu ayakkabı giydiği,güzel olmak istedikleri akşam üstleri,akşamlar,geceler ve sabaha karşılar…Ne kadar çok güler herkes ve ne güzeldir o fotoğraflar…Annelerin,kardeşlerin,babaların birbirine karıştığı geceler…Ne çok konuşur herkes halbuki herkes ayrı dili konuşuyordur ama bir Derince vardır derin mi derin, büyük mü büyük bir evin bulunduğu…İçilen sayısız Türk kahveleri,çiçek açmış meyve ağaçları,bir küçük beyazcık havuz...Çok saygı değer bir Bey vardır bunun arkasında,İbrahim Bey,beni geçenlerde görmeye geldi.O’na rahatlıklar diliyorum.Fotoğraflarını pek bir severim,sesini duyasım gelir…
Bir de Halil’in Arcasoy’ları vardır.Onlar herkesten çok Suruç’lu, Mitterrand’dan çok fransızdır.Sohbetlerimiz Platon’un kıskandırır, milleti sevişimiz Milliyetçi’leri gücendirir zira millet Osmanlı’dır.Gidesimiz vardır her yere, aldığımız paket turlar,pizzayla içtiğimiz şaraplar,kahvenin yanındaki konyaklar.Tartışmalarımız vardır apayrı boyutlarda ve konularda,bir de kızımız vardır hep öptüğümüz: Ayşe Pati.En son gelen ,hiç gitmesin istenen benden sonraki bir cadı Arcasoy.Daha neler neler söylenebilir kim bilir…Dedikodular ailecek ettiğimiz,izlediğimiz Türki Cumhuriyetler belgeselleri ve izlerken susmamız gereken Tibetçe filmler,babam anlamıyor duymazsaJ
Çok özlüyorum hepsini, Frero’lar hepinizi affediyorum, olduğunuz gibi kabul ediyorum sizi.Bir kadeh Chardonnay şarabımdan yudumluyor ve yazımı tamamlıyorum.Görüşmek üzere,lütfen bir yere gitmeyin,görüşelim.Kabulümsünüz…

MERVE ARCASOY

28 Mayıs 2009 Perşembe

AŞK
I
Yalnız İstanbul’da mı âşık olur insan?
Demli bir bardak çay içinde balıkları izlerken
Bardağın kan kırmızısında bir kız beliriverir
Kabataş İskelesi’nde.
Kız kırmızı, kız esmer, kız camdan…
Kırılıverir bir vapur sesinden.
Vapur sesinde bir oğlan beliriverir
Oğlan gürültülü, oğlan esmer, oğlan çelikten…
Boğuluverir zeytinyağının bir damlasında.
II
Halep’te âşık olmaz mı insan?
Defne ağacının altında bir kız beliriverir
İbrahim’in tarlasında.
Kız yeşil,kız Arap, kız yağdan…
Sabun atölyesinde bir oğlan beliriverir
Oğlan susuz, oğlan Arap, oğlan demirden…
Kamaşıverir bir sabun tabletinin ısırığında.
III
Burkina Faso’da âşık olunulabilir mi?
Karite meyvesinin hakiliğinde bir kız beliriverir
Daudi’nin sırasının yanı başında…
Kız sarı, kız zenci, kız topraktan…
Birleşmiş Milletler Konferansı’nda bir oğlan beliriverir
Oğlan kurak, oğlan zenci, oğlan kalemden…
Savruluverir sıcaktaki bir yaz yağmurunda.
IV
Oran’da âşık olunmaz mı?
Nane yaprağının çizgilerinde bir kız beliriverir
Dağın tepesinde.
Kız kara, kız Berberi, kız serin…
Limanın mavisinde bir oğlan beliriverir
Oğlan hırçın, oğlan Berberi, oğlan dalgadan…
Kayboluverir bir Alicante feribotunda.
V
Aşk nerde gelmez ki başa?
Doğanın kucağında,
Fabrikanın dumanında,
Atom bombasının radyasyonunda…
Kızlar ve oğlanlar şehirlerden…
Yitiverir aşkları bir uygarlık kavgasında.

MERVE ARCASOY





24 Mayıs 2009 Pazar

Jacques Brell Anısına

BAYIM

Önce değil ama ilkin o var
Hani o esmer olan
Duvarımsı hatları olan
Hani şu küt burunlu
Ve cahilce olanı
Bayım o o kadar çocuk ki
Kendini yeni keşfediyor
Onu affediyorum
Bayım sinirlerimi bozuyor
Ona şeker veriyorum bana kanıyor
Bayım alın onu başımdan
Söylemiyor ama beni seviyor
O da beni seviyor biliyorum bayım biliyorum

Sonra o var, bayım o çok güç
Çok huysuz ve kısa olanı
İnsanı korkutan ve susatan cinsten
Susuyorum bayım onunlayken
Konuşamıyorum bazen
Bayım kahkaha atıyor o, biliyorum az gülüyor
Gibi yapıyor ama ölüyor
Bazı sabahlar sevinirdim bayım, onun huysuz yüzünü göreceğim diye
Bayım onu artık hiç görmüyorum
Gördüğümde heyecanlanıyorum ama belli etmiyorum
Bayım ona bir şey olmasın, o en çok yaşamış olanı
Benden bir şey saklıyor biliyorum
Bayım o beni seviyor, belli ediyor sonra benden kaçıyor
Bayım onu sevmiş olabilirim, onu özlüyorum.

Bundan sonrası olmadı bayım.
Birinden biri olabilir diye düşledim bayım
Düşlerim korkunçlaştı
Bayım sizden saklamıyorum, ilki beni değil başkasını seviyor
Sonra gelense acıdır ki kimseyi sevmiyor ama biliyorum bayım
Beni sevebilir
Bayım onunla yatağımı mı paylaşayım?
Sevilmek için sevişmek şart mıdır bayım
Özür dilerim ama utanmıyorum
O çok yaşamış olanı ve biliyorum beni sevebilir
Bayım lütfen söyleyin ona beni unutmasın

21 Mayıs 2009 Perşembe

Gidilmesi gereken bir yer : CAFE ZADE RESTAURANT





Merhaba!

Bugün benim annemin doğumgünü.O yüzden size bir mekanı tanıtmak istedim.Eğer birlikte olmuş olsaydık onu Cafe Zade Restaurant'a götürürdüm.Cafe Zade tam tamına 7 yıldır gittiğim bir mekan.Uygun fiyatları,sıcak atmosferi ve çok ama çok lezzetli yemekleriyle benim favorim mekanlarımdan birisi.En son 6 ay önce gidebilmiştim.Yılbaşı tatili için İstanbul'a geldiğimde hiç tereddüt etmeden Zade'ye gittim.Bu mekan Taksim Sıraselviler Caddesi'nin paralelinde bulunmakta.İki katlı bir cafe-restaurant.Mönüsünde, Türk ve dünya mutfaklarından seçmeler mevcut.Mezun olduğum Sainte Pulchérie Fransız Lisesi'nin tam karşısında bulunmakta Cafe Zade.Günün her saatinde Sp öğrencilerini ve çalışanlarını ağırlar.Önerebileceğim 10larca yemek var ama benim favorim Zade'nin muhteşem Fettucine Alfredo'su.Tavuklu ve kırmızı etli Fettucine'nin ikisini de öneririm.Yoğurtlu Kebabı da arkadaşlarımın çoğunlukla tercih ettiklerindendir.Tatlılardan meyveli krep ve kızarmış dondurmayı öneririm.Her türlü makarna ve salatayı gerçekten usulüne uygun şekilde Zade'de yiyebilirsiniz.Ana yemeklerden Cajun Chicken gerçekten muhtşemdir.Sosunu hiçbir yerde bu kadar güzel yapamazlar.Cajun Salatası da kalori almak istemeyenler için idealdir.Anadolu yakasında oturup sadece Zade'de yemek yemeye gelen tanıdıklarım var.Zade Restaurant'ı kesinlikle herkese öneriyorum.Oraya gün aşırı giden Fransızların ve fransız kültürüyle yetişen öğrencilerin damak zevkine güvenin!
CaFE ZADE RESTAURANT - Katip Çelebi mah.Çukurluçeşme sok.No:18-BEYOGLU
Görüşmek üzere!Mutlu Günler!
MERVE ARCASOY

Mayıs Ayı bitmeyen yapılabilecekler (;


Hepimiz yazın geldiğinin farkındayız.Bu kaçınılmaz gerçek hepimizin düşüncelerinde...Yaza girmeden yapılabilecek bir sürü şey.Tek sorun belki de onları bir araya toplayıp işe koyulmakta.Ama bunu sizin için ve kendim için yapabilirim diye düşünüyor ve bu küçük yazıya bir liste eklemeyi düşünüyorum.Bu listedekiler sizin kendizi iyi hissetmenizi sağlayabilir ve yapılacaklarınıza yeni şeyler ekleyebilir.Ve işte liste :


1-Kışlık giysilerinizi dolabınızdan kaldırın.Onların naftalinleyin ve başka bir göze koyun.

2-Kışlık giysilerinizden eskiyenler ya da artık giymeyeceğinizi düşündükleriniz varsa onları başkalarına verin.

3-Yazlık giysilerinizi renk sırasına göre dolabınıza yerleştirin ve ihtiyacınız olan demirbaş yazlık giysilerinizi tespit edin.

4-Kendinize en az birer tane siyah ve beyaz kısa kollu tee-shirt alın.Onları alırken birer siyah ve beyaz askılı almayı da unutmayın.

5-Kışlık ayakkabılarınızın tozunu kuru bir bezle alın.Sonrasında onları renklerine göre çarşıdan aldığınız bir ayakkabı boyasıyla boyayın.Ve onları varsa kumaş bir ayakkabı torbasına yoksa bir naylon poşete koyup saklayın.

6-Giysilerinizi yerleştirirken dolabınızın tozunu alın ve ütüsü bozulmuş yazlık giysilerinizi ayırın ve daha sonra onları ütüleyin.

7-Eteklik ve pantalonlarınızı renklerine ve kumaşlarına göre düzenleyin.Pantalonlarınızın ütülerine dikkat edin.Ve eğer bu pantalon ve etekliklerle üstünüze giyebileceğiniz birşeyler hayal edemiyorsanız dolabınızdakilerle, mutlaka onlarla kombine edebileceğiniz birşeyler satın alın.Böylelikle dışarı çıkmadan önce ne giyeceğim düşüncesiyle telaşlanmaz ve vakit kaybetmezsiniz.

8-Dolabınızda mutlaka bir ya da iki tane renkli fular bulundurun.Beyaz bir tee-shirt giydinizde renkli bir fular takarak onu şık ve sade bir hale getirebilirsiniz.

9-Takılarınızı ve tokalarınızı ayırın, onları düzenleyin.Teklerini kaybettiğiniz küpeleri muhafaza etmenin kimseye bir faydası olmaz.Renk sırasına göre dizmiş olduğunuz tee-shirt ve askılılarınıza bakarak en çok sahip olduğunuz giysi rengini tespit edin.Ve o renk ağırlıklı küçük takılar alın.

10-Çoğunlukla takım halinde aksesuarlar almaya dikkat edin.Bu sizin şık olmanızı sağlayacaktır.

11-Parfümlerinizi eğer kutularıyla saklıyorsanız kutularını atın, bu size biraz yer açacaktır.Parfümlerinizi almış olduğunuz yıla göre düzenleyin ve eskimiş olanları evden çıkmadan önce görebileceğiniz bir yere koyarak, dışarı çıkmadan parfüm sıkın.Böylece az kalmış parfümlerinizi kullanmış olursunuz.Çünkü parfümler zamanla kokularını yitirir ve başkalaşırlar.Bu da sizin için peki iyi olmaz.

12-Parfüm konusunda biraz kafa yorun.Kışın kullandığınız baharatlı bir koku yazın uygun olmayabilir.Egzotik,şekerli ve meyveli kokular tercih edin.

13-Parfüm edinmek için illa çok büyük paralar vermeniz gerekmiyor.Sahte parfümleri önermektwn kaçınıyorum çünkü cildinize iyi gelmeyebilir.Ama Roger Gallet'nin parfüm sularını kullanabilirsiniz.Ya da Avon'dan alacağınız küçük bir parfümü çantanıza atabilirsiniz.

14-Takılarınızı düzenlemişken maykaj malzemelerinizi de düzenleyin.Unutmayın her makyaj malzemesinin arkasında 12M ya da 6M yazılı kodlar görürsünüz.Bu küçük kodlar size kullanım süresini gösterir.Tarihi geçmiş makyaj malzemeleri cildinizin çabuk yaşlanmasına sebep olur.

15-Kendinize renkleri bir oje ve ruj alın.Böylece dudaklarınız ve elleriniz bir ahenk içinde olacaktır.

16-Saçlarınızın mevsimden mevsime değişimler gösterdiğini unutmayın.Devamlı aynı şampuanı kullanmak saçlarınızı dökebilir.Yeni çıkmış ufak bir şampuan alıp bir iki hafta onu kullanabilirsiniz.Bir süre saçlarınızı sıcak fönden uzak tutabilirsiniz.Nemli saç kullanarak saçlarınızın kendi kendi kurumasını sağlayabilirsiniz.

17-Tırnakalrınıza devamlı oje sürmekten kaçının.Onlarında biraz hava almaya ihtiyacı var.Besleyici cilalardan yararlanabilirsiniz.

18-Saçlarınızın rengini değiştirebilirsiniz.Bunu çok fazla önermiyorum ama bir yıldır boyamadıysanız saçlarınızı bu size zarar vermez.

19-Finallerinizin bitimine doğru ders notlarınızı düzenleyin.Kitaplarınızı şeffaf bir ciltleyin.Kitaplarınız mutlaka bir gün işe yarar.

20-Kendinize internetten birşeyler satın alabilirsiniz.Kitap,cd,dvd,makyaj malzemesi,..


Ve liste dışı olarak eklemek istediğim çok önemli birşey var:

Herkesin yaza girmeden önce rejim yapmaya ihtiyacı vardır.Unutmayalım ki hiçbirimiz Mavi Göle Dönüş filmindeki kız gibi değiliz ve güzel olmak başkaları için değil kendimiz için gerekli.Rejim yaparken bitki çaylarından yararlnamak çok akıllıca olabilir.Kendinize iyi bakın.Umarım tavsiyelerim işe yarar.Görüşmek üzere! Ciao!
Merhaba!
Size bu görmüş olduğunuz güzel Akdeniz sahilinin 20 km ötesinden sesleniyorum.Uzun zamandır bloğuma yazı yazmamıştım.Sınavlarım bittiğine göre birşeyler yazabilirim artık dedim kendi kendime.Boşuna harcadığımız vakitlerin yanında biraz yazı yazmak herkese iyi gelebilir.Bazen takip edildiğinizi hiç hissetmeseniz de birşeyler paylaşmak güzel olabilir.Havanın çok ama çok ısındığı şu günlerde içimizi ferahlatmak en iyisi.Eski kıyafetleri kaldırmak, yazlıkları yerleştirmek ve hatta yeni yazlık giysiler almak herkese iyi gelebilir.İnsan şimdi, şuan bütün olumsuzlukları pencerenin dışına bırakabilir ve dışarıda parlayan güneş kadar büyüleyici düşüncelere dalıp, kendini ve ruhunu yenileyebilir. Amerika Birleşik Devletleri Başkannı Barack OBAMA'nın da dediği gibi ''Change,we need''.Umarım bu olumlu ruh halim uzun süre kalıcı olur ve bloğuma bol bol yazılar yazarım.Uzun bir aradan sonra yazdığım bu küçük yazıyı ''Yes we can!'' diyerek bitiriyor ve hepinize güneşli günler diliyorum.Ciao!

Merve ARCASOY