29 Mayıs 2010 Cumartesi

Öhöm Öhöm Örovizyon


Örovizyon bizim için, Ermenistan için, Yunanistan için ve Azerbaycan için önemlidir. Merkezi Avrupa devletleri kendisini dikkate almaz. Ha arada bir coşup, çalışırlar ama o da sadece ev sahipliği yapıp, para kazanma isteğinden gelir. Başta saydığım az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler bu yarışmayı önemser çünkü, kendilerini tanıtmak amacındadırlar. Ok. Tamam.


Örovizyon TRT spikeri Sarı Şeker:

Sana sesleniyorum Ankara'lı kızım,

Lütfen artık bu işi bırak. Yok bırakmayacağım, Deniz Baykal gibi seks kasedim çıkmadan vallahi gitmem diyorsan o zaman yabancı dil yap kendine biraz ya hacı. O fransızca neydi öyle ??

O ingilizce?? Fransızcayı unut bir kere. Olmamış, bilmiyorsun. Allah bilir Tevfik Fikret Lisesi'nden öğrenmişsindir o ''kapıcı'' fransızcasını. İngilizcene gelince, ya ingiliz aksanıyla konuş ya da amerikan aksanıyla. İngilizce öyle a la turca konuşulmaz. Sen spikersin, sunum yapıyorsun. Biraz dikkat et artık. Sıkıldım senden, inan ki.


MANGA:

Ben bu grubu çoook eskilerden tanırım. Yani, sene 2002 gibi falan olmalı. Show Tv'nin bir müzik yarışmasına katılmışlardı. Canlarım, kazanmışlardı sanırım. Neyse. İlk cd lerini , cd çıktığı gün almıştım. Hala da durur. Daha sonra lisedeyken solist, Ferman'la mesajlaşmışlığım bile var mynet üzerinden. Öhöm öhöm... Bu ''We could be the same'' şarkısı Manga grubunun en iyi şarkısı değildir zira kendileri daha iyilerini daha önce yapmıştır. Ama şartlar böyle gerektirmiş olabilir. Çocuklar harikuladeydi, César'ın hakkını César'a verelim. Şirine çocuklar, şakır şakır inigilzce biliyorlar, hepsi de ünversite mezunudur onların. Ankara'lı asaleti vardır onlarda.

Robot kızımıza gelince...

Enteresan bir fikir. Ama ekşisözlük takipçileri bilir, torna tesviye yi yadetmediler de değil hani. Çıkan kıvılcımlar insanı bir tornacılığa götürüveriyor hani. Neyse. Çağımızda bu bilimkurgu yaratıklara pek bir ilgi var. Bu metal memeli de ilginç bir fikir. E öyle ya da böyle sevildi. Demekki iyiymiş.


FRansa:


Allah, ya rabbi...Fransa gibi Avrupa Birliği'nin yüceler yücesi ülkesi nasıl olur da bu maymunları sahneye salıverir anlayamadım. Ama şimdi acı gerçekler var. Bugn Fransa'da milyonlarca arap ve afrika kökenli vatandaş yaşıyor. Ee onlarda bu ülkenin bir parçası. Elbette katılacaklar Eurovision'a. O kıyafetler rezalet, o sözler bomboş, o telafuz bir alamet...Olmadı Fransa. Bu yıl iyice batırdın. NEdir bu Club Med usulü tatilköyü hit parçası?? Klüp dansı mı yapıyoruz?? Hayret birşey...Çıkart oraya bir Faudel. İki nağme, iki oryantal tamam işte. Eurovision A l'orientale olsun bitsin. CEzayir, Fas, TUnus üçlemesinin de gönlü hoş tutulsun.


Almanya:


Das ist schönn und vunderbach diyemeyeceğim. O cilveli kıza sinir oldum. 19 yaşında ama yemediği halt kalmamış belli.Salak rolüne yatıp, sempatiklik yapmaya çalışıyor. Şarkıda geçen 'Have'' fiilini de kullanmakta zorlanıyordu kendisi, adeta havlıyordu.Sıradan bir kıyafet, sıradan bir şarkı. Ben almanların başarısızlıklarını daha çok seviyorum. Onlar salak şarkılarla daha mutlulardı. Nedir bu popüler kültür?? Bir dahakine bir Türk kızını çıkartın lütfen. Bu sübyandan hiç haz etmedim. Danke schönn, bitte schönn. Heil Hitler! Mein Fürer!


İsrail:


Örosvizyon'un en alakasız yarışmacısı...Ortadoğudasın be kardeşim sen. YUh anasını... İSrail ya. Lübnan da katılsın bari...Ama şarkıcı çocuk tatlıydı. Geçen yıl ki Norveç'li bebeto çocuğa özenip bu şirin çocuğu çıkartmışlar. ŞArkı ibraniceydi Tek anladığım kelime ''Elohim''di. O da ibranice Tanrı anlamına gelir. Güzeldi .Daha iyi bir sonuç alabilirdi. Kısmet.


Azerbaycan:


Menim çoh kıymetlığ gardaşlarım. Hadise çakması kızı çıkartmışsınız oraya, olmadı. Olmadı. Kendi müziğinizden esinlenin biraz yani. Ortalık müzikler yapmayın. Kullanın biraz kendi müzik aletlerinizi.


İspanya:


Benim Avrupa Birliği'nde en sevdiğim ülkedir kendisi. Baldan tatlı bir solist çıkartmışlar. Ama olay şurda düğümleniyor, ispanyolca şarkıyı herkes kaldıramıyor dostlar. Ya Ricky Martin olacaksın ya da Yasmin Levy. Ortada kalan şarkılar gitmiyor bu dille. Yinede tebrik ederim.


Ermenistan:


En çok aklımda kalan şarkı buydu açıkcası. En güzel solist de onlarındı. Erik muhabbeti beni biraz gerdi ya da kayısı neyse. MOtherland muhabbetine de gelemiyorum.Neresi pardon anavatanınız?? Başlattırmayın ya... Yakında franszca da bir deyim çıkartacağım, Ermeni gibi ağlamak diye. Yeter ya. Her yerde aynı malzeme. Başka şeyler yapın da dünya sizi başka haberlerinizle tanısın. Hayastan'a selamlar, iyiydiniz.


Geri kalan ülkelerle pek ilgilenmedim açıkcası.


Şov a gelince,

Fena değildi. Son anda Alexander Rybak'ın katakulliyle Lena aşiftesini öpmesi de iyi oldu. Çİrkince ama zeki sunucu da takdire şayandı. Dilleri olan yeteneği beni şaşırttı.Takdir ettim.


Gelecek yıl ne olacak??


Bir kere Örovizyon gelecek yıl, Türkiye'nin Almanya eyaletinde gerçekleşecek. Muhakkak bir Türk sunucu olacak. Setlerde, sahnede, sahne arasında bir sürü Türk olacak. Orası da bizim bir yurdumuz, toprağımız bile diyebiliriz. Almancılara hayranım. Almancıların kuşkusuz almanyaya çok büyük katkısı var. Güzel bir yarışma olsun. Biz birinci olalım. Sonra gelsin turistler, gelsin paralar.


KİM katılsın?


Hayko Cepkin

ŞEbnem FErah

İSmail YK



Folklorik ve kültürel birşeyi de isterim açıkcası. Bir türkü de olabilir. Çok enteresan müziklerimiz var çünkü. Türk Sanat müziği bile olabilir. Hadise türü birşey olmasın lütfen...DAyanamıyorum.

Rock grupları da olmasın. Hayko Cepkin iyidir, candır.


Ruski Devletler size gelince, Türk erkeklerinin bunca hizmetini böyle mi cevaplıyorsunuz? Cık cık cık. Lütfen ama ellere var da bize yok mu yani. Daha çok oy, daha çok oy.


İskandinav ülkeleri siz de beni geriyorsunuz. Birbirinize oy vermekten, bize sıra gelmiyor. Abartmayın. Hakkı olana puan verin.


İngiltere, gereksiz bir ülkesin. Odunsun. Senden bir cacık olmaz. Eurovision'u Pakistan ya da Hİndistan'a devret. Onlar daha başarılı olur. Güneş görmemiş british kafalar midemi bulandırıyor, biraz doğuya yönel.


Eurovision'u izleyelim, sevelim. İyidir bu yarışma. FRansa'da bize 12 puan verdi. Sağolsun gurbetçiler. Aferim.


Öperim, Auf viedersehen!


N.B: Almanca kelimelerim yanlış olabilir, Ahtung Ahtung.


ENTERESAN

Sezen AKSU'nun KUTLAMA adlı şarkısı:

Memleketime çoktan bahar gelmiştir
Başakları şimdiden göğe ermiştir
Dağlarını gelincik basmıştır
Yer, gök ve yürek çiçek açmıştır
Kirazlar olmadan tez vakitte
Asmanın sürgün veren dallarında
Nergisin, zerenin taç yapraklarında
Seninle baharı kutlamaya geliyorum
başımı omzuna yaslamaya
Hayata yeniden başlamaya
Bağında, bahçende, pınarlarında
İçimi yıkamaya geliyorum
Caddelerinde kızlarla oğlanlar
Oynaşıyordur şimdi,
ah! hem de nasıl
Başlayan, biten, tazelenen aşklar
Başlıyor ömrümüzde yeni bir fasıl

Sözleri pek bir hoş . Müziği de bir o kadar heyecanlı. Artık yaz geliyor, baharın belki son günleri belki de bahar çoktan geçti.
Erguvanların son günleriymiş bu günler. Ben mor erguvanları göremedim, boğazın kıyılarındaki. Yalıların etrafını çevreleyen güzel erguvan ağaçlarımız...

Neyse burada da çiçekler açıyor tabii ki. Hava da epey sıcak, etrafta böcekler var.
Sıkıldım, iyi geceler.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

akıl hastahanesi


çekiştirilmiş ilişkiler ve kuşatılmış kişilikler midemi bulandırıyor.

dünya bir akıl hastahanesi sanki, etraf itişip kakışan delilerle dolu. her yaptığımız harekette deliliklerimize bir tutam delilik daha katıyoruz sanki. koca bir çorba kazanı bu alem, içinde tavukların, kuzuların, yeşilliklerin, insanların, bacakların, kolların, kalplerin, beyinlerin olduğu bir çorba. bu çorba kazanının kenarında dev bir tavada, yağ kızartılıyor.içinde ihanetlerin, yalanların, saklanmışlıkların olduğu. hepimiz hergün sadece bu çorbayı içiyoruz. duygusal açlığımızı ancak bu çorbayla doyuma ulaştırıyoruz sanki. yalan yanlış sözler sarfediyoruz. kimse birbirini anlamıyor , bunu hergün biraz daha iyi anlıyorum. anlaşamıyoruz. anlaşamıyoruz. biz seninle anlaşamıyoruz dünya. bu dünyada kimse anlaşamıyor. tek hayvanlarla anlaşabiliyoruz belki de. köpeklerler, kedilerle, balıklarla ve kuşlarla. başka da hayvan sığmıyor şu yetmiş yıllık ömrümüze. tek derdimiz diye birşey yok. tek bir derdimiz asla olmuyor çünkü. ama belki de ortak derdimiz, çiftkişilik yatakta tek kişi kalmamak. bir düğünde eşsiz kalmamak dans anı geldiğinde. arkadaş toplantılarında anlatacak bir ayıcığınız ya da bir prensesinizin olması dert. olmalı çünkü. çekiştirmeliyiz erkekleri bir o yana bir bu yana. kadınları değiştirmeliyiz, köle gibi eve tıkmalıyız. iyixe yoğurmalıyız bu insanan mayalı hamuru, taa ki kollarımız yorulana dek. iyice karıştırıp hacimini arttırmalı bu hamurun. allak bullak olmalıyız hepimiz içinde bulunduğumuz ilişkinin içinde.


ben neler istiyorum. neler geçiyor aklımdan.tek istediğim bir sinema bileti iki kişilik. sonra bir kadeh şarap karşıdakinin göz bebeklerinin içinde içtiğim. pasparlak bir ayın altında izlenmek tanrı tarafından. sonra da uyanmak yeni bir güne, emin olarak. hem kendinden hem de karşındakinden emin olmak. ne biri sevebilir sizi, sizin onu sevdiğiniz gibi ne de siz birini sevebilirsiniz onun sizi sevdiği gibi. kandırmayalım kendimizi. ya az sevecek ya da az sevileceksiniz ya da bunları tam tersi. emin olduğumuz bütün ilişkiler ya arkadaşlık ya da tanışıklıklardır. aşka dair bir eminlik ve de emniyet yoktur hayatta. başınızı avuçlarınızın içine alacaksınız hiç şüphesiz içine düştünüz mü aşkın. ya çok sevdiğiniz için dövüneceksiniz ya da acı çektiğiniz için.


bu akıl hastahanesinde herkes sever kendine zarar vermeyi. yavaş yavaş öldürürüz kendimizi, usul usul. dünyevi işlerden elimizi eteğimizi çekerek öldürebiliriz kendimizi. bir paket sigaraya sarabiliriz kendimizi. bir kasa birayla zehirleyebiliriz bizi. ya da devam ederek, hiç birşey yokmuşçasına, içimizde hastalıklar büyüterek. hayat da tıpkı bütün mitolojik hikayelerde ve kutsal kitaplarda anlatıldığı gibidir. içinde dirilişler, yeniden doğuşlar, dönüşümler barındırır. hayat dönüşümden ibarettir. insanda bir başka insanı arayarak sürüp gider. bulursanız bir durak ne ala. yoksa ararken yaş yetmişe geliverir ve bitiverir bir ömür. yetmiş dediğim sembolik bir rakam. kimi için yirmili yaş ta bir bitiş olabilir. kimi için elli de.



tıpkı benim bu yazıdan sıkıldığım gibi biz de sıkılırız bu deliler hastahanesinden. bir tekel bayiisinin önünde durup soluklanmak isteriz. içivermek bir dünya içkiyi, çekivermek binlerce nefes sigarayı içimize. dünya yine döner, yine döner, yine ve yine. yeni deliler, deli deliler çıkıverir.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Hırçın bir anektod

Bugün saat 14:00 sularında tarih sınavndan çıktıktan sonra otobüs bindim arkadaşlarımla birlikte. Tavırlarından defalarca rahatsızlık duyduğum Noureddine de otobüsteydi. Kendisi Fas asıllı, mümin bir fransız vatandaşıdır. Çoğu kez gülerek derslerimi sorup beni aşağılamaya çalışır. Başarılı olamayacağımı ima ederek güler ve her dersten kaç aldığımı sorar. Arkadaşalrım indikten sonra onunla ikimiz kaldık. Bana İstanbul'a gelmek istediğini söyledi. Gülümsedim. Daha sonra ekledi : 'bugünkü Türk hükümeti bugüne kadarki en iyi hükümet.'' Bunu söylediğinde gülümsedim ve öyle düşünmediğimi ifade ettim. Benzer konuşmaları defalarca yapmıştım. Kendisi 50 yaşına merdiven dayamış, eski Fas Kralı'nın şoförlüğünü yapmış, hukuk eğitimini yıllar sonra baştan alan enteresan bir insandır. Çok bilmiş söylemleri ve kışkırtıcı konuşmaları kalp krizi geçirmeme sebep olabilir birgün. Ama bugün benimle yine alay ettiği için, başarısız olacağımı ima ederek, ben de açtım ağzımı yumdum gözümü. Türkiye Cumhuriyeti hakkında bilmediği onlarca klişe şey söyledim ona. Cevap veremedi şüphesiz. Neler dedim?

Ben laik bir insanım Nurettin kardeş.
Türkiye Cumhuriyeti laiktir.
Türkiye Cumhuriyeti bugün pratikte laik, özde antilaik olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti'nde 80 milyon insan yaşar Nurettin.
80'li yılların başında türban takılmazdı Nurettin İstanbul'da.
Bugün ülkemiz hükümet açısından düşünürsek aşağı yukarı ikiye bölünmüş durumda Nurettin, he ama genel olarak paramparça bir ülke.
Bizim sonumuz iç savaş olacak Nurettin.
Biz Avrupa Birliği'ni istemiyoruz Nurettin. Avrupa Birliği bugün sonunu görmektedir.
11 milyon nüfuslu fındık kurdu Yunanistan'la başedemeyen bir politiko-ekonomik bir birliktir Avrupa Birliği.
Bizimle nasıl baş edecek A.B Nurettin?
Ülkemizin güneyinde Kürdistan kurmak istiyorlar Nurettin. Kaç parçaya bölelim Türkiye'yi?
Osmanlı olmak rumuyla, çerkeziyle, ermenisi kürdüyle birlikte yaşamaktır Nurettin, biz ülkemiz parçalansın istemiyoruz.
Bizim Anayasa Mahkemesi başkanımız İktisat Fakültesi mezunu Nurettin.
Ülkemizde işsizlik hat safhada ve üniversiteli genç sayısı her geçen gün artıyor. Ne kadar çok okursak o kadar işsizlik olacak, bilgi beraberinde işsizliği getirecek çünkü bizlere hakettiğimiz maaşalrı verecek bünyeler mevcut değil.


Nurettin hergün haberleri izlediğini söyledi ve ekledi : ''Haberler yalan mı söylüyor?''

Evet Nurettin, biz satın alınmış medyanın haberlerini izliyor, gazetelerini okuyoruz.

Noldu Nurettin, sustun??
Nurettin: Derslerinde başarılar dilerim (!?)

Biz buna türkçe de mors olmak deriz kibarca Nurettin kardeş.
Veda Hutbesi'nde Hazreti Muhammed der ki : Müslüman olan herkes kardeştir. Arabın arap olmayana karşı bir üstünlüğü yoktur.


Nurettin kardeş, Hazreti Muhammed peygamberimiz, müslümanlık dinimizdir. Kusura bakma ama kardeşlik bu değil.

Şimdi sen, Osmanlı İmparatorluğunun himayesinde yıllarca kalmış Kuzey Afrika'nın kavruk Fas'ının evladı, bana ülkemi mi anlatıyorsun?

Anlatırsın, anlatırsın... Neden mi ? Çünkü Türkiye'de milyonlarca insan kendini bütün dünyaya güldürmek uyanıyor sabahları ve yatana kadar çalışıyor sahip olduğu değerleri yıkmak için.
Aylardır, belki de bir yıl oldu, hapishanelerde Türkiye'nin en aydın insanları yatıyor. Farkında mısınız? Ama yok ben bir Ezel izleyeyim. Ben fransız malı arabama binip, Starbucks'a gideyim, Amerikan malı Nine West cüzdanımdan para çıkarıp kahvemi ödeyeyim. Ve gece kendi kazandığım maaşa ve kredi kartı borcuma bakmaksızın eşimle birlikte olup, Amerika'nın kucağına atmak amacıyla bir Türk evladına gebe kalayım.

Başbakanımız ne diyor? 3 Çocuk yapın!

Şimdi ben ömrümün sekiz senesini fransızca öğrenmeye vermiş biri olarak, bugün bu Avrupa ülkesinde bilgimin ve vatandaşı olduğum memleketin acizliği altında eziliyorum.


Dinimiz Amin, durmak yok, yola devam.
Dur bir Uğur Mumcu vardı, Facebook'a resmini koyayım. Ama bu Akp belediyesi de çok iyi çalışıyor canım, yollar pırıl pırıl. Siirt'te küçük kızlara tecavüz etsinler banane. Hükümet number one, herkese, herşeye one minute.

Ben de şimdi ağlamak için one minute rica ediyorum.
Havadan gelen demokrasimize çok şükür. Lanet olsun kazanılmış haklara ve kan dökülerek alınmış vatan toprağına.

Fethullah Gülen'in eteğinden, RTE'nin alnından öperim. Yaşasın halkların kardeşliği, Yaşa Fenerbahçe. Allah'ım bana hayırlı bir kısmet, dest-i izdivaç!!!
İsmail Yk'dan Allah Belanı Versin parçasını hepimize armağan ediyorum.


Allah'ın selameti üzerimize olsun, Akp başımızdan eksik olmasın.

Raimunda Jimenez



Not: Bu hikayede geçen şahıslar ve olayların gerçeklikle bir bağlantısı yoktur. Tamamiyle hayal ürünü ve kurmacadır.

14 Mayıs 2010 Cuma

Bakalım elimizde neler var?



















Bakalım elimizde neler var? Elimizde altı adet edebi, gerçekten edebi değeri olan kitap var.Düşünsel yönleri ağar basan, gerçek kitaplar. Öyle satın alınan bestseller lara asla benzemezler.
Bunlardan İtalo Calvino'nun San Giovanni Yolu adlı eserine başlamıştım fakat nedendir bilinmez bir türlü bitiremedim. Kapağı ve ismi yeterliydi benim için,satın alma sebebi olarak. Yeşil bir bahçe fonunda ferforje demir fotoğrafı ve içinde yol geçen bir kitap ismi, bunlar yeterli sebepler...
Daha sonra elimize İklimler'i alıyoruz ama tabii Nuri Bilge CEylan'ın üç kez izlediğim İklimler'i değil bu. Bu André Maurois'nın İklimler'i. Bu kitabı babam almıştı kendi okuması için. Sonra bana getirdi. Psikolojik bir kitap bu. Henüz başlamadım ama diş doktorumuz Özge Hanım psikiyatriyle ilgilendiği için o bahsetmişti biraz. Ben de masasında görmüştüm. Babam da hemen almış.
Çok ağır bir isim...Jean Paul Sartre...Varoluş mu özden önce gelir yoksa öz mü varoluştan önce? Bu sorunun iki cevabı var. Jean Paul Sartre bizlere varoluşun özden önce geldiğini söyler. L'existence précède l'essence. Bulantı dünyayı ve insanları kağle alan her insan Bulantı'yı okumalıdır. Çünkü bulantı bizlere gerçekleri gösterir. Etrafımızdaki insanların gerçeklerini gösterir. Ve korkunç gerçeklerimizle bizleri yüzleştirir. Sakladığımız o kahredici gerçekler...Onları yüzümüze vurur.
Albert Camus...En sevdiğim yazar. Ölesiye gerçek, ölesiye küstahçadır gerçekleri. Tak tak tak. Beyazlar ve siyahlar... Grilere yer yoktur. Tersi ve Yüzü'nü henüz okumadım. Okuyacağım. Umarım bu kitabında da Cezayir'in büyüleyici Oran'ından bahseder, böylelikle bizlerde Oran'ın kumsallarındsa gezip, güneşte kamaşan gözlerimizi kırpıştırırız.
Çok acı çekmiş kentlerin yazarı, Gabriel Garcia Marquez...Şili o anlattığı için mi bu kadar güzel acaba? Kolombiya'lı birinden, kahve çekirdeklerini ağzınızda çiğnermişcesine, acı ve sert hikayeler...Sen çok yaşa Marquez! Yaşadıkça yaz, yazdıkça yaşa!
Bu birbirinden güzel ve kafa karıştırıcı kitapları herkes okusun. Kitaplarda ülkeler geziliyor çünkü. Kitaplarda ağlanıyor çünkü başkalarının acısına. Kitaplarda erkekken kadın, kadınken erkek oluveriyor insan... Okumak yalnızca kendimiz için değildir çünkü. Okumak başlı başına bir iştir. Emektir, gözlerden çok aklın yorulduğu bir iştir, ince işçilik ister. O halde kitap okuyalım. Yanında açık hava, sigara ve kolombiya kahvesi de benden :)

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Urfa dili desek daha doğru

siye = sana
biye = bana
gelisen mı = geliyor musun
gidisen mı gidiyor musun
gelah = gelelim
gidah = gidelim
anê = anne
babo = baba
nene = nine
dedey = dede
bibi = hala
dayze = teyze
herif = koca
avrat = hanım bayan
güveg = damat
lo = erkek çağırılırken kullanılır
le = bayan çağrılırken kullanılır
deget = yürü git
güz = sonbahar
tez = çabuki
rak = uzak
suvak = sokak
mıhalle = mahalle
henek = şaka
afrit = şeytan yavrusu firlama kimselere denilir
hış oldum = döküldüm
öksedim = özledim
haho = yeter artık
kırtik = azıcık biraz
ağbati başiya = darısı başına
zerzur = sığırcık kuşu
kit = yabani güvercin
pısik = kedi
haket = gerçek
ğas = marul
bahtenis = maydanoz
pırpır = semiz otu
fırenk = domates
balcan = patlıcan
isot = urfa biberil
eymun = limon
pircikli = havuç
hıttı = bir salata çeşidi
bostana = bir çeşit salata (çok güzeldir)
savık = soğuk
ülbe = soğuk
tud = dut
ferik = taze, genç
payam = badem
kehke = simit
reçel = biber salçası
neçek = yazma
puşu = erkek baş örtüsü
haphap = takunya
kahke bezi = amerikan bezi
ezye = bayan elbisesi
sako = ceket
koyneg = gomlek
tuman = don, külot
kuşhana = tencere
teşt = leğen
sülahye = sürahi
koruk = olmamış üzüm
dürmük = dürüm
tike = nasil anlatsam bilmiyorum ama habbe deriz ya tane de denilebilir ama tam değil
şıllık = bir tatlı çeşididir.
germi = bulgur pilavi
tedirbe = sokak
heyat = evin geniş avlusu
mahle şenigi (şenik) = komşu, aynı çevrenin insanı
hâh = yabancı
hulh = hulhum dar demek içim sıkılıyor sabrım yok gibi
made = mide

eee...


EE, öö, kendimize türkü armağan ettik. Babayı unuttuk,

Acı vatan Almanya'daki babamıza da en sevdiği şarkıyı yolluyalım o vakit, geliyor,...


Caddelerde rüzgar aklımda aşk var

Gece yarısında eski yağmurlar

Şarkı söylüyorlar sezsiz usulca

özlediğim şimdi çok uzaklarda

deli dolu günler hayat güzeldi

kahkahalarıyla günler geçerdi

ellerim uzanmaz dokunamamki

özlediğim şimdi çok uzaklarda

o da özlüyormuş benim birtanem

çok üşüyormuş

ben olmayınca öyle yazıyor son mektubunda

o da özlüyormuş benim biirtaanem

hep ağlıyormuş ben olmayınca

öyle yazıyo son mektubunda

Urfa'ya gitmek istiyorum. Olmaz biliyorum. Yok hava sıcak, yok bıdı bıdı bıdı. Aman hayatta her boka bir engel var. Engelsiz birşey var mı? Hepimiz engelli değil miyiz? Belki de özürlü, engelli dediklerimizden daha engelliyiz. Mahalle baskısı dedikleri şey insanın üç, beş kişi toplandığı her yerde var. Nietsche ne demiş? Yoksa Spinoza mıydı?! İnsan insanın kurdudur!

Ve Sokrates ne demiş? Kendini Tanı! Birbirimizin önüne çelme takmaktan başka ne yapıyoruz ki?


Para verin biraz da,ben de gideyim biraz Anadolu ve Mezopotamya'ya. Erkek gelmedik ki şu dünyaya istediğimizi yapalım...İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuş olarak yaşar...

Demiş yüce ağabeyimiz Jean Jacques Rousseau...Ne kadar doğru...


Bir türküyle devam edelim o vakit, ki bu türkü benim için candır, ciğerdir.


Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar,
Ciğerim Yanıyor Aney Gözlerim Ağlar,
Benim Zalim Derdim Cihanı Dağlar.
Gezme Ceylan Bu Dağlarda Seni Avlarlar,
Anaydan Babaydan Yardan Ayrı Koyarlar.
Urfa Dağlarında Gezer Bir Ceylan,
Yavrusunu Kaybetmiş Ağlıyor Yaman,
Yarimin Derdine Bulmadım Derman.
Gezme Ceylan Bu Dağlarda Seni Avlarlar,
Anaydan Babaydan Yardan Ayrı Koyarlar.
Ceylan Senin Gibi Yüreğim Yara,
Cihanda Derdime Anam Bulmadım Çare,
Bir Yavru Kaybettim Gözleri Kara.
Gezme Ceylan Bu Dağlarda Seni Avlarlar,
Anaydan Babaydan Yardan Ayrı Koyarlar.



Kurtluktan da sıkıldım, kuzuluktan da. En iyisi ben bir demlik çay olayım.

9 Mayıs 2010 Pazar




Sezen AKSU'nun şarkısı : gün gelir




Uzaklardan bir ses zaman zaman


Fısıldar sanki adımı usul usul


Ve eğer yağmur yağıyorsa bir de o akşam


Her damla çelik misali ağırlaşır


Kulaklarım çınlamıyor ne zamandır


Beni hasretle anan biri yok artık herhal


Bir garip bencil duygu ki ruhumu sarar


İçtiğim içkinin buruk lezzeti acılanır


Gün gelir serseri ruhum elbet


Acının lezzetine de alışır mı alışır


Alt tarafı insanım işte herkes gibi


Aklım ara sıra olsa da




REFLÜ git başımdan ben sana göre değilim


Ölümüm birden olacak seziyorum.


Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim


REFLÜ git başımdan istemiyorum




bu reflü şiirini de Atilla İlhan'ın Aysel'inden dönüştürdüm. oldu gibi. bu gün kaybolsun ortadan.
Nota Bene: Fotoğraflar Nuri Bilge Celan'ın Turkey Cinemascope serisinden.

6 Mayıs 2010 Perşembe

yaprak dökümü

yapmamam gereken birşeyi yaptım bugün. yaprak dökümünü izledim. unuttuklarımı hatırladım. aklıma zakkum çiçekleri geldi silivrideki. pembe zakkum çiçekleri...ben zakkum çiçeklerini çok severim.narin olmaz zakkum çiçekleri, ağaçlara benzer.diğer çiçekler gibi kısa boylu, kırılgan değildir.zehirlidir ve çok güzel kokar. bir şehirde, bir evde ne yaşanmışsa etrafdaki eşyalara siner olup bitenlerin kokusu. sesler ve kokular yokolmaz. duvarların dili yoktur ama gözlerin hafızası vardır. gözler fotoğrafa alır gördüklerini, bir bir saklar. bir eşya, bir obje görüldüğünde fotoğrafı size çıkarıp, gösterir. zakkum çiçekleri de bana bir sürü şey anlatır. silivri deki evimizi, o rutubet kokusunu, o gürültü, patırtıları...o haksız yere söylenen her sözü. ne yazık büyümemiş insanların elinde büyümek ve haksızlığa uğramak. oradan oraya savrulmak, başkalarının doğrularına katlanmak...çocukluğum orada geçti, her yıl yaz mevsiminde geldiğinde orada buldum kendim. söğüt ağacımız vardı. bahçedeki musluğun yanında akşam sefaları çıkardı. çok severdim ben akşam sefalarını. çam ağacımız vardı. çam ağacı benim için farksızdı bir köpek yavrusundan. bizimle yemek yermiş gibiydi. sabahları soğuk olurdu, gazete kokardı masa örtüsü sabahları. soğuk yorganın içine içine giriverirdi. akşam olduğunda ateş böcekleri sarardı etrafı. çekirgeler basardı caddeleri. baykuşlar gelirdi elektrik direklerinin tepesine. kuşlar uçardı sürü halinde. karıncalar olurdu her yerde. dakikalarca karınca izlediğim zamanlar olurdu. o bahçe kapısı, o şimşirler...konuşabilseler konuşurlardı. ellerinden birşey gelmiyor. ben düşünüyorum şimdi. görüyorum yapılan yanlışları. kendi payıma birşey düşmüyor. ama o evde, o bahçede çiçekler ve ağaçlar dışında birileri vardı ve hatalıydılar. hata ettiler. gereksiz yere neler olup bitti. ne huzursuzluklar...üzerime yapıştı suçluluk duygusu. o günlerden bu güne neler kaldı ben de. suçluluk, kabahat işlemiş bir ruh, tembellik...neler neler etiketlendi. o evde sağ kolumun içine barkotlar basıldı benim, günün her saati. tembellik, aptallık...hiçbiri bana ait değildi. esas sahipleri böyle arındırdılar ruhlarını. kendi hatalarını kız çocuklarından çıkardılar. dünyanın sonu hergün orada geliyormuş gibi...neden ordaydık? amacımız neydi? yaz tatili... o huzursuzluk kemirdi içimi. şimdi barkotları silmek mümkün değil. başkalarının hayatları yüzünden, biz damgalandık. güzel olan herşey o eve dair, buruk. o bağırışmalar...manasız konuşmalar...insanoğlu büyümüyor demekki...
şimdi bu diziyi izleyince görüyorum.sinirleniyorum. o kadar çok haksız yere kötülük gördüm ki. söylesem de boş söylemesem de...kimse üstüne alınmaz. herkes haklı sanır kendini. cin olmadan adam çarptım sanır. insanın kalbinin kırılması falan mühim değil. ama ruh hali bir bozuldu mu, düzelmez., düzelmiyor. ezbere biliyorum o evi, her eşyasını. bahçesindeki otları nasıl yolduğumu, toprağı nasıl eşelediğimi. ne istiyorlardı ? bunu soruyorum şimdi, o evden, o bahçeden başka ne isterdi insan? geceleri yıldızlar evin içine girecek gibi olurdu. çok severdim geceleri soğuk olmasını.gecenin bir sesi vardı. rüzgarın bir sesi, bahçe kapılarının, yürüyen insanların, tahta pencereyi kapattığımızda çıkan ses,...en çok orada görürdüm kayan yıldızları, kim bilir ne saçma sapan dileklerim vardı.çocukluk işte. şimdi hiç geri gelir mi? geri gelir mi o yıllar, 90'lar. perdeden gözükmeyen televizyon, plastik beyaz masamız, duvarımızdaki kağıt...siyah saplı kaşıklarımız, melamin tabaklarımız...hepsinin bir değeri var benim için. elimde olsa gene oraya giderim, çıkmam o bahçeden. o eşyaların hakettiği bir ev ahalisi olmalı, başka insanlar olmalı. ama kendimin olmadığı şekilde hayal edemiyorum o balkonu. çalı süpürgesi, topladığım taşlar, gece lambamız yemek masasına koyduğumuz, masa örtülerimiz, küçük cam bardaklarımız, rafta duran iki kupamız, biri sarı biri kırmızı...orada izlediğimiz programlar. bir türlü düzgün göstermeyen kanallar. show tv ve star tv.herşey ne kadar çok değişti. yapayalnız o ev. eşyalar öksüz, yetim ve arkadaşsız. orada yapığım resimler, boyama defterlerim, ilk okuduğum kitaplar, çözdüğüm testler...bahçeye çıkarken bastığımız iki farklı renkteki, üstüste duran biri krem biri ondan daha koyu renki taş.kocaman taşlar...kahverengi saksılarımız...güneşte solan minderler, perdeler. insanların derdi neymiş? anlayamıyorum. anlıyorum da. sevmediğin zaman böyle demekki. sevmediğin insanları hangi eve koyarsan koy olmuyor. birbirini sevmeyen insanların derdi bunlar. bana öyle geliyor. burnumda şuan oradaki pikelerin kokusu. kırmızı beyaz desenli pikeler, mavili beyazlı pikeler, çarşaflarımız...evi gezdirebilirim aklımın içine girmiş birine. her yerden çıkan böcekler, örümcekler, örümcek ağları...sesi ve görüntüsüyle beni deli eden püsküller...ben geliyorum diye haber veren püsküller geçenin.üç beş objemiz, porselenden, camdan...
O eve yazık, o evde aylarını geçirmiş küçük bana da...çam ağacı mutfak dolaplarımız, rüyama giriyorsunuz bazen. ilk türk kahvesi yapmayı, o evde öğrendim. orada duydum binbir türlü safsata kahve fallarında. neyi merak ediyordu ben de şimdi bunu merak ediyorum. neyi? ne çıkabilirdi ki kahve falında? o evde ve o evden sonra manevi hiçbir şey artmadı hayatımızda. gerilere, çok gerilere gittik. ben bile idrak ediyorum. ama yok. düşünmeyin siz hiç. hata hiç sizde olur mu? olmaz. inşallah ileride sizden başka insanlarla o evde olurum, suçluluk duymadan, huzursuz olmadan ve deli bakışlara maruz kalmadan. içimde tutmuyorum, söylemekten de sakınca duymuyorum. bak seneler nasıl da geçti...kaldı mı geriye birşey eski halinizden? o yatak odasındaki aynaya gidip baksak kimleri görürüz? o evdeki çocuklardan eser kalmadı.






Euro düşüyor. Havalar bir ısınıp bir soğuyor. Rüzgar yeni bitmiş yeşil yaprakları yerlere savuruyor. Eve giden treni bekliyorum. Trennnnn dur! Diyorum, bindikten sonra geride kalan katalanlar tren e iki kere vurup ''ha koçuma'' deyip trene direktif veriyorlar.Sonra çuf çuf çuf, çof çof çof, gak gak gak, hort hort hort yol.

Bu güzel şarkıyı dinlemenizi tavsiye ediyorum. İki arkadaşımdan biri yolladı ya T ya O. Kim bilir unuttum.



Rogue Wave



EYES



Missed the last train home.Birds pass by to tell me that I'm not alone.

Over pushing myself to finish this part,I can handle a lot,

But one thing I'm missing is in your eyes. In your eyes

Have you seen this film?

It reminds me of walking through the avenues.

Washing my hands of attachments yeah,

land on the ground,one thing I'm missing, is in your eyes.In your eyes.



kısa ve öz. Güzel sözler.





Ekşisözlükte yazar olmama 4834 kişi var. Wauvvvv haydi sevinelim ehueheuehuehuehe : O)



İşte böyle mutlu taklidi yaparım. Maskeli depresyon derler buna.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Hıdrellez


Yedi dakika sonra Hızır Aleyhisselam, Perpignan' a doğru geliyor olacak. Ben de yarım saat önce bir dosya kağıdı aldım elime. İkiye katladım önce, sonra kurşun kalemle diploma çizdim üzerine. Fransa, hukuk fakültesi yazdım. Sağ kanadına da bilmiyorum neden bir tane minareli bir camii çizdim. Altına da sağlık yazdım. Bir çift dua eden el çizdim. Onu rulo haline getirdim.Kırmızı kurdelayla bağlayıp, penceremin tahta kepenklerinin kenarına kırmızı kurdeleyle bağladım. Gül ağacım yok, gül alacak param da yok. Hızır Bey efendi mazur görecek bizi. Uçup, süzülürken, değiverecek benim kağıdıma. Pencerenin önüne de bilmiyorum yine nedendir, mum yaktım. Biri kırmızı, ikisi yeşil, biri de beyaz. Sandalyeyi de çektim önüne dua ettim. Müzik olarak ta Goran Bregoviç'ten ederlezi parçasını açtım. Kendi kendime bir ritüel yarattım. Kötü bir niyetim yok.


Şimdi camii neden, dua eden el neden...Belki inanalım diye, belki unutmayalım diye. Unutmayalım kime inandığımızı. Allahtan başka kimseden medet ummayalım. Ondan başka kimse sesimizi duymaz çünkü. Yaşayanlardan da medet ummayı bıraktım ben. Ölüler hiç değilse düşününce rüyamıza giriyor. Allah sapmışlarımızı affetsin, çünkü Allah affeder, biz kuluz,biz affetmeyiz. Herkesi doğru yola yönlendirsin. Herkesin kalbi doğru yolun inancıyla dolsun. Bizim verdiğimiz bunca kötülükten sonra, dünya hala bize kırmızı domatesler veriyorsa bunda bir hikmet vardır. Dünya hala dönüyorsa, yapılabilecek şeyler vardır.


Hızır ve İlyas Efendilerimiz, sizleri bize Allah gönderdi. Bize yol gösterin, ahlakımızı düzeltin, bizlere mucizeler verin. Unutsuzlara umut verin. Mutsuzlara da saniyelik mutluluklar bahşedin. Gerçekten sıkıntısı olanlara yardım elinizi uzatın. Utanmamışları utandırın.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Örnek aldığım insanlardan bahsetmek istiyorum. Bu bazen benim suratıma tokat gibi çarpıyor, onlara hayranım ama zaman zaman üzerinde daireler çizdiğim yörüngeden çıkıyorum. Bu da bana acı veriyor. Onları kendime hatırlatmak istiyorum. Ve de isimlerini bahşetmek...

YAHYA KEMAL BEYATLI (fransa da 9 yıl, siyasal bilgiler fakültesi)
REFİK HALİT KARAY (hukuk fakültesi)
HAKKI DEVRİM ( hukuk fakültesi)
OKAN BAYÜLGEN (hukuk fakültesi, fransa da 3 yıl sanırım)
SERRA YILMAZ ( caen üniversitesi, fransa, psikoloji)
CEVAT ÇAPAN( benimle alakası yok, severim, tanıştık, hoş adam, efendi )

ve üç tane çok sevdiğim hocam, üçü de kamu hukuku üzerine görevli:
Cristophe Euzet
Dominique Sistach
Eric Savarese

bunları niye yazdım?
içinden diyenler : ''bu da kendini bi bok sanıyor!?''
alakası yok, iğneyle kuyu kazıyorum, kız vücudumdan erkek evlat çıkarmaya çalışıyorum, yaptığım gebe kalmadan erkek evlat yetiştirmek. bazı şeyler, engellenemiyor. İnsan yere düştüm diye, yürümeyeyim diyemiyor işte. çabaladığım kadarım bu dünyada., kalemlerim kadar, kurduğum cümleler kadar.

Bir de uzaktan bakıp, ağlayasım geliyor diyebileceğim yüce insanlar var. Sadece türk olanlarını sayacağım zira, diğerlerini dilimden düşürmüyorum, sakız ettim adeta ağızıma.
Orhan Kemal, Çukurova kokan, Nazım Hikmet'in bizlere kazandığı bir insan. Gerçekçi bir roman, romanlarını okuyup çok sevmiştim.
Nazım Hikmet, bir ağaç, okuduklarımızdan yapraklar dökülüyor, yaprakları toplayıp saksıya bırakırsam, belki kaktüs misali tutuverirler.

Bu kadar ukalalık yeter. Sizlere Ahmet Haşim hocamızdan bir şiirle veda ediyorum.
GECE

Titreyen ellerimle penceremi
Açtım afaki leyle karşı... Yine
Gecenin gölgeden manazırına
İmtizac eylemiş nücumü bahar...

Sihri eb`at içinde şimdi gümüş
Bir sehap andıran miyah uyumuş..
Kalbi seydayı leyl olan rüzgar
Esiyor gölgelerde velvelekar...

Ah o bir aşkı bi-tenahi mi
Geceden, tudei manazırdan
Yükselen rasei humarü buhar?

Sanki hulyayı vasla müstağrak
Sebi bir itri hisle doldurarak
Dolaşan, titreşen kadınlardı...

Sanki bir savti gaibü mühtez
Kalbe bir aşkı bi-vefa yetmez
'Seviniz, muttasıl sevin! ' derdi

Hayvanlar alemi ve alien

sabahları, öğlenleri, akşamları... zamanı nasıl yaşadığıma dair bir bulgu yok şimdilik. Masanın başında, lavabonun karşısında, sandalyede, merdiven basamaklarında, yatakta...Bu evin her yerindeyim. Bu evin içinde türlü türlü hayvanlar var. Onlardan bahsedeyim. Sabahları kalktığımda karşımda bir Mykonos eşeğiyle karşılaşıyorum. Sırtının ağrıdığını söylüyor daha günaydan demeden. Gözaltının morardığını görüyorum eşeğin. Bu sıra düşünmeden hareket ediyormuş. Nerede olduğunu bilmiyormuş, sanırım laf arasında yolunu kaybettiğini de söyledi. Ben yatakta beklerken, o daha yüzünü yıkamadan merdivenler aşağıya iniyor. mutfak dolaplarını açıp, ilaçlara bakıyor. Yapma diyorum, yapma eşek, suçlu hissetme kendini. Yükleri taşırsın elbet. Neden geldin ki bu dünyaya? Amacın Mykonos'taki sokakları arşınlamak, teker teker dolanmak yükseklerdeki dar sokakları. Gülmelisin gördüklerine, gülümsemelisin. Sen eşeksin, bilmelisin bunu. Mykonos eşeğinin mahareti nedir diye sorsan birine, hemen söyler. Şaşırma yolunu. Bırak elindeki ilaç kutusunu. Çok sıkıldıysan bir duş al, rahatlarsın.
Alt katta bir baykuşla karşılaştık geçen gün. Baykuş'un başı ağrıyordu. Yorulduğunu söyledi geceleri ayakta durmaktan. Sıkılmıştı artık bir dala tüneyip bütün geceyi beklemekten. Baykuş, diyorum, bir şeyler iç. Yeşil çay iç, gelirsin kendine. Yeşil çayı sevmiyor, acı geliyormuş kendisine. Sakarin at sen de diyorum, peki diyor. Televizyonun üzerine tünemişti. Öneri olarak pencereden bakmasını söyledim. Etrafa bakabilirdi, pencerenin görüş açısı genişliğinde. Deneyeceğini söyledi. Beyaz peynir ve çay istediğini söyledi ama bunların olmadığını söyledim. İsterse hazır patates püresi yapabilirim dedim mikrodalgafırında. Kafasını çevirdi.
Sol köşedeki abajurun yanında bir kırlangıç gördüm evvelsi akşam. Onunla da konuştuk epey. Dışarı çıkamadığını korktuğunu söyledi kırlangıç. Kendini pis hissediyormuş ve de suçlu. Herşeyden meshul lanet olası bir kuşum ben dedi. Dua edemediğini söyledi.Ve ekledi artık kiliseye de gitmiyormuş kırlangıç. Zaman zaman hiç birşeyin anlamının kalmadığını da söyledi. Tekrar etti. Ne ettiysem onu dışarı çıkaramadım. Kırlangıç, havalar yağmurlu. Peki ısındığında ne yapacaksın dedim. Herkes unutacak bu sisli günleri. Aklını başına topla dedim. Kanadıyla yüzünü kapadı, ağlamaya başladı. Kırlangıç, bunca zaman ağladın ne oldu dedim. Merdivenleri çıkıp etrafı toplamaya başladı, sonra aşağıya inip bulaşıkları yıkadı. Ağladı, ağladı, ağladı. Hadi yat artık dedim. Belki sakinlersin dedim. Ona bir tane papatya çayı yaptım.Kupanın sadece yarısını içebildi. Bir tane de sarıkantaron habı verdim.Ama kifayet etmiyor dedi. Olsun, sen yinede al dedim.
Güve kelebeği ve at sineğiyle karşılaştım üst katta. At sineği inatla çıkmak istemiyordu. Neyin var dediğimde, cevap vermiyordu. At sineği dedim. Sineksin, kimse içinden geçirdiklerini umursamıyor işte, anla bunu dedim. Sessiz ol ve sus. Gittiği yere kadar kanat çırp. Eğer nefes alamayacak olursan, artık senin elinden gelen birşey yok demektir bu. Bırakırsın kendini, baktın ben de açmadım çatıdaki pencereyi, bırakıverirsin kanatlarını.Güve kelebeği sana gelince İstanbul'a gidiyormuşsun. Duymadık değil. Git bakalım, benim giysilerimden aldığın parçaları da götürüver. Birer parçasını gördüğün denizlere serpiştir. Biraz akdeniz, biraz marmara...Elinden geldiğince. Yolda sakın öleyim deme. Hazır değilsen yola çıkma. Burda, bu evde hepimize yetecek kadar yer var. Su musluktan, yiyecek de bir şekilde hallediyoruz. Çok sıkılırsan internette var.
Hepimiz aynı yatakta yatıyoruz. Yastığımın altındaki dua kitabını kaldırdım. Aklınızdan kötü şeyler geçirebilirsiniz.Herşey serbest, kimse sizi engellemiyor sizi. Küfür ve beddua serbest.Ama eğer birlikte yatacaksak lütfen bırakıp gitmek yok. Birlikte uyanıcaz, ben kurarım saati, o konuda bir sorun yok. İyi geceler, eşek, baykuş, kırlangıç, güve kelebeği ve at sineği.