31 Mart 2010 Çarşamba

galiba yaz geldi.













Böyle kıyafetler alıp giymek istiyorum.Sonra starbucks a gitmek istiyorum, çok sevmiyorum ama burada olmadığı için şimdi kıymete bindi.havaianas terlik giymek istiyorum.Bütün gün böyle kıyafetler giyip istiklal caddesinde gezmek istiyorum.istiorum istiorum istiorum.bi de bi tane bey olsun.iyi olur.

Hello dergisini niye koydum? ben hello dergisine manşet olan yahudi gelinkızların resimlerine bakmayı seviyorum.Onlar beceriyorlar bu işi.

29 Mart 2010 Pazartesi

Bunların hepsi benim.Mein Führer bunlar gerçek.






sabah 09:17 de uyandım.banyoya girip gece çıkartmadığım makyajımı çıkardım.çarşaflar zaten değişecek, kirlense yastığımın yüzü kimin umrunda...
yüzümü yıkayıp, üstümü değiştirdim.her mutusuz, depresif gün gibi bugün de boynuma birşeyler takmalıydım.lacivert tişört vardı üzerimde,o halde mavi bir fular olurdu.neyse.koşar adım çıktım evden.üst kilidi, alt kilidi kilitledim.merdivenler aşağı indim. postadan bana birşey gelmiş mi diye bakındım ama saat erkendi. postacı henüz gelmemişti.evden çıkıp yürümeye başladım.eczaneyi geçince bankanın sokağına girdim.bankanın kapı düğmesine bastım.bugün başka biri vardı.günaydın dedim.aktarım yapacağım.banka kartımı ve kimliğimi masanın üzerine koydum.ve açıklamaya başladım.aktarım yapıldı.artık nisan ayı kirası yatacak.iyi günler dedim gülerek.bu bankayı da çalışanlarını da hep sevdim.

Oradan çıkıp köşedeki monoprix ye girdim.hiç birşey almazsam en ucuz marka likit deterjan alırım diye düşündüm.asıl baktığımın merdivvenlerin yakınındaki ilaç reyonuydu.konsantrasyon habı arıyordum.ama artık yoktu belki de ben bulamadım.alt kata inip 0.82 santimlik bir bulaşık deterjanı aldım.iyisiyle bunu karıştırdığımda mükemmel bir karışım elde edebilirim.
Oradan çıkıp caf a gittim.ama doğru o pazartesi açık olmazdı.bölge ev kirası yardımı iki aydır paramı vermiyor.bu ay verirler umarım.yoksa param yok.

Oradan ileride bulunan markete gittim.ne almam gerekiyora aldım.bir sürü meyve aldım kendime.ve menemen yapmak için domates,biber.uzun zamandır bunu yapmıyordum.üstelik menemen deyince aklıma istanbul geliyor.

alışverişimi yaptıktan sonra biliyordum artık kiliseye elimdeki poşetlerle gidemeyeceğimi.gitmedim.içimden konuştum. yaptıklarımı yapacaklarımı.anlattım durdum.dinledi o da beni herzaman ki gibi.bazı sabahlar farkedeiyorum saatler geçiyor kimseyle konuşmammış oluyorum.bir tek seninle konuşuyorum.Allahım, allahım, allahım ve gerçekten allahım.

Bütün olanlar bitenler.lanet olası insanlar, etrafımdaki uzağımdaki o aşağılık insanlar...utanılası cahiller, kuyulara atılası sahtekarlar.hepiniz her yerdesiniz.burada, orada, önümde ,arkamda.bilinçaltınımın derinliklerinde ya da zihinimin merkezinde hepiniz buradasınız.kıskançlar, adi ruh sahipleri, alçaklar, küçük insanlar, kötü ruhlar, yalancılar, namuzsuz ve hatta onursuzlar siz her yerdesiniz.en yakın kabuslarımda.güne küfür ederek başladığım günleri evveli gecelerinde...

Siz her yerdesiniz.Bense bir tek yerdeyim.parmağınızla gösterdiğinizde görebileceğiniz gibi bir yerde.yaptıklarımla, sözlerimle, gözyaşlarımla ve küfürlerimle.

bugün 29 mart 2010.üç yıl,üç koca yılımı geçirdim burada.büyüdüm, burada büyüdüm.
ne çok şey öğrendim. böbürlenmek diyemezsiniz.gerçekler bunlar.avrupa toplumunun genel eğitim-öğretim gören kısmının üzerinde bir bilgi birikimine sahibim.akıllıyım.
senlerce akıllı olmadığımı söyleyen cahillere rağmen akıllıyım ve bunu biliyorum.bunu bilmeden yaşadım epeyce.insanların meğerse işine geliyormuş bu.çok akıllıları görüyorum şimdi.üç kuruşluk akılları nerelerine kaçtı görüyorum.aptallar.
aptal ve zavallı insanlar.

kaybettiklerim iyiki var diyorum.alıştım.kaybettiğim insanları sonsuza dek kaybetmeye alıştım ben.sabah tek uyanmaya.bir yer edinmeye burada.ben ne bir dağ köyündeyim ne de sıradan bir üniversitenin sıradan bir bölümünde.farkındalığımın doruğundayım, öyle olmalıyım. benimle konuşan ya da konuşmayan, beni eleştiren,kıskanan insanlar.bunların dışında hep iyi bir insan oldum.

yalan söylemeden yaşadım bu güne kadar.
düşüşümü bekleyenler oldu.hala da bekliyorlar.bekleyen, ellerini avuşturan insanlar.

nefret ettiğmi söylediğim ama hiç nefret etmediğim insanlar oldu.ama zamanla bunu da öğrendim.günler geçtikçe, onlar rüyama girdikçe ben nefret etmeyi öğrendim.ağladım.çok ağladım.yaşımdaki insanlardan fazla ağladım bu güne kadar.çok zorlandım hala zorlanıyorum.

günün her saatinde uyandım ben.1,2,3,4,5,6,7 ve 8 bu saatlerde uyuduğumda oldu ders de çalıştığım,ağladığımda, dizi izlediğimde.hergün uyandım.uyanmamak üzere yattığım günler oldu.geçti.

bir saatlik uykuya baktı unutmak, iki ağladım geçti.uyandım geçti,yürüdüm geçti.bir film izledim geçti.geçti çünkü geçer.

çünkü dünya böyle birşey herşey geçer.zamanla herşey geçer.bak şimdi hava nasıl değişti.nasıl da sıcak şimdi her nisan ayı gibi perpignan ın sıcak burası. hava ısındı.artık sabahları okula giderken ayaz yok.soğukta topuklu çizmeyle yürümek.ışıklara küfür etmek ve lanet okumak iğrenç insanlara.

biter,zaman geçer gider.gidecek te.
bir sabah yine ben 07.30 da kalkacağım ve burdan istanbul a gitmek için tren istasyonuna gideceğim.öyle çok büyük bir özlem yok.buraya o kadar çok alıştım ki artık.
evet.ne diyordum.çay içtim de.evet.şimdi intikam dedikleri şey kendi cehenneme karşı yangın söndürücü tutmak.ben kendi cehennemimdeki canavarlarla savaşıyorum.bir sürü canavar.bunların bazıları insan uyruklu :) uzaklarda üstelik.bu küçük farelerin başını ezmek için çok çalışmak gerekiyor ve çok ama çok uzaklara gitmek.alıp başını gitmek.

bu umarsız fareler belki de fare.beni kemiremez.onu bir kemirme anında yakalamalıyım.kaçamaması için iyice kavramalıyım.bu pis fareye inat olmalı hayat.ona inat.trenler ona inat gitmeli, rüzgar ona inat esmeli.

legodan ev kurar gibi olmalı herşey.küçük küçük kurulmalı hayat.büyümeli.içine kendimi koymalıyım.sonra bir Kevin eklenmeli.troy a benzese de farketmez bu Kevin.

Şimdi okula gitmelyim.Nefret günlüğü biliyorsun sen de kötü olmadığımı.ağzım bozuk biraz ama.insanlardan alınması gereken intikamlar, gidilmesi gereken ülkeler, yapılması gereken işler.kurulması gereken bir evim var benim ve de yapılması gereken törenler.nefret günlüğü başaracağım.j'y suis presque.je vais y arriver.

MERVE ARCASOY.

26 Mart 2010 Cuma

LE GRAND CAFE DE LA POSTE





Bu cafénin adını nasıl tercüme edeceğimi tam kestiremiyorum.Çünkü iki seçenek var:
BÜYÜK POSTAHANE CAFE si
ya da
BÜYÜK MAKAM CAFE si.

Bu café Perpignan'a ilk geldiğimde babamla gittiğim bir caféydi.Garsonlarını hiç bir zaman sevmedim ama bu cafénin yeri gerçekten çok güzeldir.Etrafındaki ağaçlar, Castillet'in altından geçen insan falan güzeldir yani.Oturup bir sürü şey içebilirsiniz.
NE içebiliriz: CAFé noissette (küçük makine kahvesi)
Café au lait (sütlü kahve)
Biere (Bira, bir sürü çeşit var.
Ben Belçika birasını severim LEFFE)
Şarap ( bu konuya girmiyorum çünkü çıkılmaz hale gelir, çeşit çok.)
Coca ( Coca cola bildiğimiz)
Tabiki diğer bütün gazlı içecekler.
Bir sürü sayamıyorum bile.

Velhasıl kelam burası Perpignan'ın en iyi cafésidir.En pahalı kahve burada içilir.Benim evimin de önüdür.Her sevdiğim insanla burada oturmak gibi bir fantezim vardır.ama bu pek mümkün değildir.Şİmdi eski yeni resimlerini koyayım.Bakalım.

8 Mart 2010 Pazartesi

Il neige! (kar yağıyor!)



merhaba blogkız,
bu sabah biolojik saatim beni tam 08.30 da uyandırdı.kalkıp hemen banyo yaptım çünkü bankaya yetişmem gerekiyordu.hemen yıkanıp saçlarımı kuruttum.canım makyaj yapmak istemediği için sadece krem sürüp dışarı çıktım.yatak odam asmakat olduğu için çatıdaki pencereden kar yağdığını görmüştüm, şemsiyemi alıp,çizmelerimi giyip dışarı çıktım.ama kar çok yağıyordu.kaldırama çıkmaya yeltendim ama anladım ki feci kayıyor yerler ben de yoldan yürümeye başladım.bankaya giden kısa yolu kullanırsam düşüp bir yerlerimi kıracağımı anladım.saat tam 09.35 de oradaydım.işlemimi yaptıktan sonra mağazalara bakındım çünkü çizmem hem çok kayıyor hem de su alıyordu.fakat kardan ötürü her yer kapalıydı.ben de galleries lafayette'e gitmeye kadar verdim belki uygun fiyatlı deri bir çizme bulurum diye. fakat çizmeler 79 örodan başlıyordu.oradan çıkıp yeni açılan monoprix'ye gittim.biraz yiyecek birşeyler alıp eve geldim.nehrin üzerinden geçen köprüdeyken kayıp düşmekten çok korktum çünkü çok olağan bir durumdu.eve varıp pain au chocolat (pen o şokola) mı yiyip ablamla konuştum.

sonrasında canım sıkıldığı için yves rocher'nin yolunu tuttum elimde indirim kuponumla.
Yves rocher çok güvendiğim bir marka.hem hayvanlar üzerinde çalışmalar yapmıyor hem ürettikleri ürünler tamamen bitkisel hem de fiyatları uygun.neredeyse bütün makyaj ve güzellik malzemelerimi buradan alıyorum.bu güne kadar hiç bir ürününden memnun kalmadığım olmadı.içeri girdiğimde çalışan bayan bana gülerek ''ahh cesur biri fırtınaya rağmen'' dedi.o kadını pek bir severim.neyse dükkanın içinde tur atarak ürünler seçmeye başladım.ürünleri de burada sizlerle paylaşacağım.






ilk ürün: bu temizleyici ve arındırıcı bir maske. üzüm aromalı.
ikinci ürün: frambuazlı birkaç kez kullanımlık bir duş jeli.ben bu küçük duş jellerini seviyorum.tatile giderken de 200ml lik bir duş jeli taşımak hoş olmuyor,özellikle ben istanbul a giderken.
üçüncü ürün: tırnak besleyici ve parlatıcı cila
dördüncü ürün: ikili göz kalemi ama bu özel yayın. (édition spéciale)

gerekli linkleri buraya koyuyorum çok canınız sıkılırsa bakarsınız.bu arada bugüne kadar bir çok erkek yakınlarıma yves rocher nin ürünlerinden satın aldım ve herkes çok memnun kaldı.
http://www.yves-rocher.fr/control/main/
http://www.monoprix.fr/
http://www.galerieslafayette.com/content/votre-magasin/france/haussmann.html

7 Mart 2010 Pazar

eski ben, eski hayatım


en sevdiğim hayatım eski hayatımdır.hani eskiden olan şu lisedeki merve hayatı.cumaları fransızca tiyatro, cumartesileri cervantes de ispanyolca kursu, geri kalan zamanlarda sainte pulchérie lisesi...çok güzel olurdu arkadaşımla atlas pasajına gidip parça parça aldığımız kıyafetlerden bir stil yaratmak.onu sıradan bir küpeciden aldığımız küpeyle perçinlemek.sonra fransız sokağında bir karaf dolusu şarap içmek veyahut markiz de birer filtre kahveye bütün haftalığı yatırmak.o zamanlar herşey doğruydu,düzgündü tıpkı ben gibi.hoşlanılan çocuklar vardı.robinaon crusoe kitabevinden alınan kese kağdına konulmuş kitaplar.çok güzel hayaller vardı ileriye dönük.herşey mümkündü.her yer göründüğü renkteydi.insanlar insana benziyorlardı ansiklopedilerde gördüğümüzlere.saçımın rengi benim saç rengimdi.kırılmamıştım henüz, kimse kandırmamıştı beni.çocuklar vardı konuştuğumuz.hayallerin içine sıkıştırdığımız kocaman üniversite öğrencileri.herşey yerli yerindeydi.hergün aynı saatte kalkıp aynı yere gidiyordum.günleri 7 gün gibi yaşıyordum.ayların geçmesinin kimseye bir zararı yoktu.doğumgünleri heyecanlıydı.ve o zamanlar 3 aylık yaz tatilleri vardı.tatile girmeden önce yapılan rejimler.alınan askılı bluzlar vardı.hayat gibi ben de bana güzel gelirdim.ev hayalleri vardı gerçi o hayal hep var.

cihangir de kurnalı bir ev.
siyah beyaz karoların üstünde, ikinci el fakat pırıl pırıl cilalı mobilyalar
salonda kocaman bir kütüphane tavana uzanan
üç kocaman pencere tavandan yere kadar ve pencerenin önünde menekşeler
içeri geçtiğinizde çalışma odasına gri damarlı mermer bir masa
mutfakta alasından bir kahve makinası ve onlarca narin şarap bardağı
böyle bir ev vardı sanki...
film afişleri olan duvarlarında
kıymayı kasaptan sigarayı bakkaldan aldığın
biraz yürüyünce dünyanın merkezine vardığın
sigara içine çekip izmaritini yere attığın
böyle bir ev vardı sanki...
içinde ben ve bir de ''sen''lerin olduğu
gelip gidenlerin bazı bazı
olabilir böyle bir ev,
camii yi geçince bir sorun isterseniz
kapıyı kitleyip anahtarı paspasın altına koyuyorum
siyah saçlı merveyi buldunuzda kapıyı açın
içeri girebileceksiniz.
demlikte sabahtan kalma çay var, yeniden demleyin ve teneke kutuda biraz danimarka kurabiyesi kalmıştır muhakkak.
iyi günler efendim.

6 Mart 2010 Cumartesi

coğrafya



şimdi istesem de yazmadan duramam. coğrafya dedikleri şey ne de mukaddesdir. ne de gezdiverir insanı, ne kadar yükseklere uçurur bir dağın tepesinden ve ne kadar derine indirir denizin dibinden.görüyorum uzun zamandır çok öğretilmiş bize coğrafyada.çok şey hissettirilmiş.toprak dedikleri bir sarıveriyorki adamı ölmek istiyorsun bazı bazı. o kadar güzeldir ki oralar. öyle soğuk öyle kavurucu öyle nemli öyle rüzgar...
yine ve yine özlememek mümkün değil. işin aslı oradayken de özlüyorum. bu aklımdaki hayali aşk gibi birşey. vatan dedikleri bir aşk, yanındayken bile ötesini düşünüp ağlayabileceğin en mutlu anında.biteceğini bildiğin bir ilişkiye başlamak gibi bir vatanı sevmek. bir avuç toprağı göğsüne doldurup onu evlat edinmek ve her gece öpmek uykuya dalmadan önce. belkide etrafını saran bu etden hayaletleri itip bir avuç toprağa sarılmak gerek. değerlere sarılmak, toprak kokusunu bağrına basmak anne-baba diye. bir bardak çayı en iyi dost bilmek.

öyle ülkeler kurdular ki vatan da...öyle toplumlar öyle halklar...hepsini seviyorum ayrı ayrı. aşık oluveriyor insan sevdiği toprağın insanına, ona verdiği bir selama bir kelimelik kim bilir kaç dil kaç lehçede.

ben karadenizlileri sevmem. ne kadınlarını ne de adamlarını severim.öyle öğretildi, öyle bilmeyi seçtim belki de.ama gel gör ki öyle insanlar sevdim ki karadenizli çıktı.onları özlemiyorum desem yalan olur.bugün en çok karadenizi özledim. resimlerde gördüğümüz o yemyeşil memleket. her ili ayrı krallık, ayrı medeniyet, ayrı din.danslarını izlerken ağlayıverirsin coşkudan.hareketlenmemek imkansız.öyle güzel bir yere kondurmuş ki bir osmanlı kartalını tanrı.her uçtuğu yerde bir tüy bırakıyor bu kartal ve her tüyü bir toprağa karışıveriyor sarılı yeşilli.

bir şarkıda oluveriyorsun bir kürt kızı, bir laz, bir arap, bir çerkez, bir ermeni, bir rum, bir arnavut, bir süryani...hangi kimliği sevmemek mümkün? hepsini seviyorum işin doğrusu.hepsinde kendimi buluveriyorum bir parça.bir kelimesinde ağlayabilirim bu halkların.şimdi kim ne derse deyiversin.bir bahar gibi oluveriyor içim düşününce bu şarkıları.bu halkları.allahım ne kadar da güzel bir yer orası diyorum.bir hayali ülke sanki, kıpkırmızı bir bardak çayın içinde burnumdan süzülen bir sigara dumanı yağmur yağmış toprakların üstünde.kenarından usul usul bir dere geçiveriyor görebildin mi? bir kız var yakınında derenin, ayağında yeşil lastik ayakkabı,elleri hissetmiyor soğuğu, başında bir yemeni.gizliden gizliye birine aşık kim bilir.

bir saza döner insan bir anda, biri kucağına alsında sarılsın ister.çıplak ayak koşmak ister yeşil üstüne.ağlamak ister tuz gibi denizdeki.yüzüne çarpmak ister yaprakları ağaçların bir ormanın içinden.yürümek ister dağlar boyu durmaksızın, varmak yolun sonunda bir mağaraya, kendini bulmak serin bir su damlasında sıkışmış mağaranın.

düşünürken geziyorum sanki bir vagon misali, sıra sıra geziyorum ülkemi.şarkılar aklımda duyduğum, doğduğum günden beri.şarkılar ahlak kokar, ağlarsın doğumlara biliyorsan sebebini.gülersin bağırışlara içinden burdalarmış gibi.

dönüvermek istiyor insan bir ağacın etrafında, gözlerini kapatmak ve duymak kavak ağaçlarının hışırtısını.ellerini dallara uzatıp onların seni tutmasını istemek...


ben şimdi urfa da bir kahve gizliden bir bardak kaçak çay içiyorum. birazdan kalkıp eve gideceğim ve bir sedire atacağım kendimi.uykuya dalıp rüya göreceğim.

Merve Arcasoy

coğrafya