24 Aralık 2010 Cuma

2011'e girerken Türkiye Cumhuriyeti ve Yurttaşlarının Sorunları Üzerine

-Noktası,virgülü ne kadar isabetli olacağını kestiremediğim bir yazıya başlıyorum. Rasyonel gerçekliklerde bile hatalar yapabilirim,gencim,profesör değilim. Düşünce özgürlüğüm hangi ülke sınırları içinde var bilmiyorum. Sadece paylaşmak istiyorum.-

Kim?
Şanlıurfa kökenli, İstanbul'da yetişmiş, Fransa'da Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyim.Türküm.

Kime?
Türkiye Cumhuriyeti Türk dilinde yazdığım bu dili anlayabilecek herkese hitap ediyorum.

Nereden?
Fransa'nın güneyinden, Perpignan'dan

Neden?
Siyaset Meydanı 23 Aralık 2010 ''Nasıl bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz?'' konulu televizyon programındaki tartışmaları dinleyip, üzüntü duyup, sorumluluk hissettiğim için yazı yazıyorum.

Düşüncelerimin başlangıç noktası, kim olduğum, kime hitap ettiğim, nerede bulunduğum ve neden yazdığım sorularının cevabında gizlidir.

Kim olduğum neden önemli, bütün dünya insanlarının eşit olarak kabul edildiği bir dünyada? Çünkü dünya halkları eşit olarak kabul edilseler bile eşit şartlarda yaşamıyorlar. Kime yazdığım neden önemli? Sadece belli bir kesimi ilgilendiren sorulara yanıt aradığım için yani Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına. Nereden yazdığım neden önemli? Çünkü bulunduğumuz yerler geldiğimiz noktalarla ilintili olabileceği gerçeğinden ötürü. Neden? Neden sorusuna cevap verecek nedenler aradığım için.

Açılımlar devri, ayrışımlar beşiği...

Son üç gündür Türkiye'de Kürt Sorunu ya da Terör Sorunu üzerine birtakım tartışmalar gündeme geldi. BDP milletvekilleri, kürtçe dilinin güneydoğuda ve doğuda sokak,cadde,bina,makam gibi kamu malları ve kamu alanlarında türkçenin yanında kullanılması gerektiğini dile getirdiler. Sadece dile getirmediler, bunu uygulamaya da geçirdiler. Trükiye Cumhuriyeti Anayasası'nı hiç elime almamış biri olarak, anayasamızın maddelerinde üniter devlet beyanının bulunduğunu biliyorum. Üniter devlet beyanının yanısıra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dilinin türkçe olarak belirtildiğini de biliyorum. Son olarak da Türkiye Cumhuriyeti'ni milletinin adının Türk milleti olduğunu da biliyorum.

Şimdi soruyorum, bunu BDP milletvekilleri bilmiyor mu. Elbette biliyorlar ama bu uzun süreçler sonunda ortaya konulmuş anayasa maddesini ve/veya maddelerini reddediyorlar.
Anayasasını reddeden bir siyasi partinin Millet Meclisi'ndeki varlığından bahsediyoruz. Buraya kadar çok güzel. Demek ki karşıt düşüncelere yer veriliyor demokratik anlamda. Anayasanın tartışılmaz maddeleri reddedilebiliniyor bazı kimselerce bu ülkede. Demokrasi ve özgürlük gayet güzel görünüyor bu anlamda. Demokratik yollarla seçilmiş milletvekilleri, özgür bir biçimde düşüncelerini beyan eden halk temsilcileri söz konusu burada. Bu noktada uluslararası anlamda eksik hiçbir nokta bulunmamaktadır özgürlük ve demokrasi nosyonlarına dair ve kullanımları konusunda.
Bdp kimi temsil ediyor? Bdp diğer bütün siyasi partiler gibi Türkiye Millet Meclisi'nde Türkiye Cumhuriyeti halkı olan türkleri temsil ediyor resmi anlamda. Sosyolojik ve coğrafik açıdan bakılduğında Bdp Türkiye'deki etnik bir topluluk olan kürtleri temsil ediyor. Çoğunlukla Güneydoğu ve Doğuanadolu bölgelerinde varolan bir etnik gruba hitap eden siyasi bir parti söz konusu olan. Bu etnik grup neden birtakım açılımlara maruz kalıyor sorusu güncel hükümetimizin gerçekleştirdiği politikalar doğrultusunda ortaya atılmıştır. AK parti hükümeti Türkiye Cumhuriyeti bayrağı altında yaşayan onlarca farklı etnik grubun varlığını idrak etmekte zorluk çeken bir hükümettir. Türkiye Cumhuriyeti bayrağı altında rumeli, ermeni, rum, yahudi, çerkez, laz, gürcü, abhaz, arap, tatar, arnavut, süryani gibi birçok farklı milletten insan yaşamaktadır. Bunlardan sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olan kürt halkı terör gibi bir yöntemi sebebi bilinmeyen bir biçimde kullanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki PKK (pekeke) terör örgütüne mensup her kürt kökenli şahıs Türkiye Cumhuriyeti nüfus kağıdını kullanmaktadır. Doğum kayıtları Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında olan, ölüm kayıtları da yine Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde olacak teröristler bizim vatandaşlarımızdır. Onların yaradılışta bizden hiçbir farkları yoktur ancak yaşayışta bizden birçok farkları vardır. (Sakın biz kimiz sorusuna cevap aramayalım bu noktada) Bu türk vatandaşları Türk Silahlı Kuvvetleriyle ve kendileri gibi olan yurttaşlarla bir mücadele içindedirler. Bu mücadele dahilinde 50.000 den fazla insan kaybedilmiş, büyük miktarlarda da para harcanmıştır. Benim doğumum 1988 yılına tekabül ediyor. Türkiye'nin terörle mücadelesi 90lı yıllara uzanır. Aradan geçen yıllar sadece şehit cenazelerinin sayısını çoğaltmamış, alt kimlik- üst kimlik gibi yeni kavramların literatüre geçmesine sebebiyet vermiştir.

Alt kimlik-üst kimlik? Sorunun cevabı yine bir soru işaretidir. Hangimiz anlamını biliyoruz. Bildiğim , kimliğimizin geldiğimiz coğrafik bölgelerden ibaret olduğudur. Benim kimliğimde Şanlıurfa yazar, Şanlıurfalı olduğum için. Resmi kimliğim budur. Sosyo-kültürel açıdan bakıldığında İstanbullu bir kimliğe, dil açısından türkofon ve frankofon bir kimliğe, dini açıdan ise pratik yapmayan bir türk-müslüman kimliğe sahibim. Şahıs olarak kimliğim insan olmaya
çalışmaktan ibarettir. Amin Maalouf'un Öldürücü Kimlikler adlı deneme kitabı kendi kimliğimi algılamada bana yardımcı olmuştur. Saydığım kimlikler sahib olduğum kimliklerin sadece birkaçıdır. Damarlarımda arap, yugoslav, tatar ve mezopotamya kanlarının birbirine karıştığı kırmızı bir kan akar, herkesin kanının kırmızı olduğu kadar kırmızı olan bir kırmızı. Alt kimlik- üst kimlik kavramı benim için geçerli değildir. Resmi kimliğimde yazdığı üzere Türk'üm. Türk doğdum, Türk öleceğim. İleride alacağım herhangi bir kimlik ya da pasaport gerçek kimliğim olan Türk kimliğimi değiştirmeyecektir. Tıpkı bir Türkiye ermesinin dünyanın neresine giderse gitsin, sosyo-kültürel kimliğinin türk-ermenisi olarak kalacağı gibi. Kimlik denilen şey petrol kadar yapışkandır. Petrole batmış bir karabatak nasıl kendini petrolden ayrıştıramazsa, sahib olduğumuz kimlikten de öyle ayrışamayız. Kimlik çatışmaları milletleri özgürlüğe ve demokrasiye götürmez.
Kimlik çatışmaları milletleri ancak ve ancak kaosa sürükler. Bu kaos açılımlarla değil birleşmelerle aşılır ancak. Açılımlar halkları birbirine kırdırarak, ülkemizin ilerlemesini sekteye uğratmaktan başka hiçbir getiride bulunmaz.
Politik açıdan geri dönersek bugüne, yaşadığımız kaosu çıkış noktası Güneydoğu ve Doğuanadolu bölgelerindeki derebeylik sistemlerinin, halk dilinde ağalık sistemlerinin 80'li yıllardan beri ortadan kaldırılmamasıdır.
Bu yıllarda kimler vardı? Bu dönemlerin başrol oyuncuları Chp, Doğruyol Partisi, Refah Partisi ve Anavatan Partisi'dir. Bugün denize düştüğümüz için sarıldığımız yılanlar, bizleri terörün kucağına atmışlardır. Bu durumun müsebbibi cehaletini bugün yenememiş olan, o günlerde de yenmemiş olan toplumumuzun yanlış siyasi düşüncelerinin yanlış seçimleridir. Bu terörün müsebbibi ne Amerika Birleşik Devletleri, ne İsrail ,ne Rusya, ne Avrupa Birliği'dir. Bugün en basitinden terörün müsebbibini dış güçler olarak görmek bir maskara güldürüsüdür. Dış güçlere yüklenmek bizleri derin uykulara yatmaktan ileri götürememektedir.

Tüm bunların altında demokrasi gerçeğiyle yüzleşmekteyiz kanımca. Türkiye Cumhuriyeti'nin çarpık demokrasisi bugün ki kaos ortamının tohumlarını yıllar evvel ekmiştir. Sahib olduğumuz hakların hakkını verememenin cezasını milletçe çekiyoruz bugün. Yanlış kararların bedelini ne dedelerimiz, ne babalarımız ödüyor. Bugün bu kaosun bedellerini 80li yıllarda dünyaya gelmiş genç nüfus ödemektedir. Bugün bedelleri ilkokul, lise, üniversite öğrencileri, iş sahibi, işsiz kategorsindeki genç nüfus ödemektedir. Bütün bu olup bitenlerin utancını milletçe çekmekteyiz. Sahip olduğumuz etnik grupların hepsi bugün işsizlik ve eşitsizlik kurbanıdır. Eşitsizlik ve sınıf farkı toplumun hr zerresinde mevcuttur.
Bugün içinde bulunduğumuz işsizlik ortamı, üniversite mezununu da vurmaktadır, yüksek öğretimden mahrum kalmış gençleri de.

Komik olacak belki ama Türkiye Cumhuriyeti'nin ihtiyacı olan şey eğitim ve istihdamdan ibarettir. Bu iki sorun çözüldüğünde diğer sorunların çözümlerinde de yol alınmış olunacaktır.

Eğitimden kasıt nedir?
İki kurum geliyor aklıma: YÖK VE MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
Bu iki kurum ve bu iki kurumun işleyişleri Türkiye'nin anadamarlarını tıkamaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın kontrolü altındaki üniversite öncesi öğrenimin düzeyi, içeriği ve uygulama yöntemleri reformlara tabi tuulmalıdır kanımca. Öğretilmiş yanlış tarih bilgileri bugün ilerleyişimizi baltalamaktadır. Bugün Türkiye'de milyonlarca insan Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü askeri birliklerine güvenmektedir. Halbuki 21. yüzyılda hiçbir millet silahlı kuvvetlere, silaha, kana ve insan ölümlerine sırtını dayamamalıdır. Bugüne kadar asla içinde bulunduğum topluma yakıştırmadığım barbar terimi bugün türk silahlı kuvvetlerine olan sevgi ve kıvançtan ötürü Türk milletine yakışmaktadır. Kendi milletini kurşuna dizen bir kuruma kıvanç duymak ancak barbarların işi olabilir.
Tarihimizi ve dünya tarihini doğru öğrenmek ancak ve ancak doğru insanların içinde bulunduğu kurumların gözetiminde yani realist ve adaletli bir ruha sahip bir Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde olur. Burada ihtiyaç duyulan şey, herkese eşit uzaklıkta olan bir ilkokul ve lise eğitiminden geçer öncelikle. Daha sonrasında eşit şartlarda elde edilmiş, yani kazanılmamış bir yüksek öğretimden geçmektedir. Burada ihtiyaç duyulan şeyler YÖk'ün yoksunluğu ve araştırmacı üniversitelerin varlığıdır. M.E.B'in doğruluk ve adalet çerçeveleri içinde Atatürk ilke inkılapları doğrultusunda yapacağı çalışmalar bizleri açılımlardan uzak tutacak, bizleri ileri seviyelere taşıyacaktır. YÖK'ün yoksunluğu eşitliği getirecektir. Kopya skandallarının yükselmediği bir toplumda genç nüfus psikolojik açıdan etrafına örülmüş olan duvarları yıkacaktır. Azim ve çalışmanın doğru orantılı olarak başarıyı getirdiği bir toplumda huzura erecektir. Bu huzur toplumda refahı arttıracak, terörü ortadan kaldıracaktır.

Şimdi benim küçük gerçeklerimi dinlemeye davet ediyorum sizi. Türkiye'de aslında kimlik değil bir sınıf karmaşası vardır. Bu sınıf karmaşasında ben de acı çekiyorum. Ait olduğum isimsiz sınıf beni diğer insanlardan ayırıyor. Eksik haklarımın olduğuna inanıyorum. T.C. devleti bana bir paso bile vermiyor. yaşımdan ötürü bir indirim alamıyorum toplu taşımada. Adımı, kim olduğumu kimse bilmiyor. Kimse sorunlarımla ilgilenmiyor. Neden yurtdışında olduğumu sormuyor. Bende ötelenmiş kişilerden biriyim. Ablam da öyle. Türkiye'nin en iyi iki siyasal bilgiler fakültesinden birinden mezun olmasına rağmen, T.C ona bir devlet kurumunda iş olanağı sunmuyor üç dil bilmesine rağmen.
Bugün işsizlik Türkiye'nin kanayan yarasıdır dedi bir genç Siyaset Meydanında. İşsizlik bugün her yurttaşın başındaki sorundur. Ama hükümet bunun için en ufak bir çabada bulunmaktadır. Kendi sulandırma projemiz olan Gap'ı kendimiz işletemiyoruz, telefon idaresini kendimiz işletemiyoruz. Çalışmak isteyen milyonlarca insan var ama biz hale edememekten, yapamamaktan bahsediyoruz.

Benim naçizane fikirlerimde umut ışığı vardır, bu mutlaktır. Boşuna değildir bu konuşma. Boşuna olan terör, insan ölümleri ve yargının işleyişindeki çarpıklıklardır.

Nasıl bir Türkiye istiyorum?
Sokaktan geçen her insanın her gördüğü insana ayı uzaklıkta olmasını. Kimsenin kimseden üstün olmamasını. Etnik grupların dernekler aracılığıyla kuvvetlendirildiği, çeşitli dillerde çeşitli şarkıların söylendiği, dansların edildiği günlerin yaşandığı dağlar ve ovalar istiyorum. Türkiye alışveriş merkezlerin, büyük şehirlerinden oluşmaz. Türkiye dağlarla kaplıdır ve de denizlerle. Denizlerdeki balıklar gibi özgür, dağlar kadar yüce bir topluma mensup olmak istiyorum. Yurttaşlığımdan onur duymak istiyorum. Öğrencilerin coplanmadığı, köpeklerin itlaf edilmediği, TSK'nın vatandaşını vurmadığı, rektörlerin Başbakan tarafından atanmadığı, suçsuzların tutuklu kalmadığı, ,nsanca gözaltıların olduğu, dini birim ve bütün olmayan bir devletin milleti olmak istiyorum. Tarihteki liderlerden bir ermiş bir evliya bir şıh gibi medet umulmadığı, zamanın ışığında bir devlet ve millet istiyorum. Ben bir Türk olarak bütün bunları sadece insan olduğum
için hakediyorum, sadece yaradılışımdan ötürü.

17 Kasım 2010 Çarşamba

herkese iyi bayramlar.inanın birşeyi özlediğim yok.düşündüğüm de yok.kafam sıfır adeta.galiba birtakım şeyler sıfırlandı kafamda.sıfır bakiye bir beyinle yaşıyorum.hiç birşeyi merak etmiyorum.telaşelerim yok.düşünmem gereken kimse de yok.herkes kendi başının çaresine bakıyor öyle ya da böyle.belki de bu beni biraz koltuğumda kaykılmaya itti.masada dik otururken koltuk üzeri kaykılış durumuna geçtim.fazla sigara içiyorum.az müzik dinliyorum.sinemayla biraz da olsa aramı açtım.tiyatrodan haberim yok.sosyal akitivite de bir yere kadar.kitap desen elime almadım geldim geleli.gittim geldim, iyi geldi.anlatacak pek birşey yok.neşeli bir hayat değil benimkisi ama üzgün de değil.üzülecek bir şeyim kalmadı,şaşırttı bu beni.çok sigara içiyorum yalnız.o biraz arıza çıkaracak ben de.
kafam rahat.garip rüyalar görüyorum bazen.ama şuursuz rüyalar,manasız.sıkılmıyorum da aslına bakarsınız.sıkılacak birşey yok.herkes gibi uyanıyorum ben de sabahları.aynaya az bakıyorum yalnız.umursamıyorum pek birşeyi.arkadaşlar da iyidir heralde.canım birşeyler de satınalmak istemiyor.sakin,gürültüsüz bir hayat.yan komşu bile daha az yüksek sesli esniyor.ne diyeyim.yok yani birşey.beni heyecanlandıran bir film yok.insanlara sanki domateslermiş gibi bakıyorum.sebzeler gibi.sebzelere de yabancıyım şimdi.geçenlerde portakal aldım.bak o iyi geldi.portakal güzel şeyler.sanki gülümser sana.hani böyle eline alınca,turuncudur rengi.öyle ya da böyle bir şekli bir biçimi vardır.zorlamaz seni.kabuğunu soydun mu içini görüverirsin.tatlıdır da.ellerin güzel kokar.mandalinaya benzemez,boyamaz ellerini.güzel meyvedir şu portakal.

27 Haziran 2010 Pazar


gittikçe sadece başım sıkıştığında yazı yazmaya başladım. başım sıkışınca, üzülünce, sinirlenince yazmaya başladım galiba. ne diyeceğimi de bilemiyorum ki.hangi çıkarımımdan bahsedeyim bilemedim. her an her dakika bir çıkarım yapıyorum hayattan. ibret alıyorum, beynimin bir köşesine notlar alıyorum ama diğer yandan biliyorum engellenemez gerçekleri de. kıymet bilmek ne kadar da önemli birşey. elimden geldiğinde sahip olduklarımın kıymetini bilmeye çalışıyorum. sahip olduklarımın da kazandıklarımın da. kazanımlarımızın kıymetini bilmezsek eğer ilerleyemeyiz. hiç kazanım yoksa elde, zamana eşdeğer oranda orada bir hata vardır. kazanımlar önemlidir. bizi insanileştirir. fazlası da barbarlaştırır. hiç kazanım elde etmeyenlerden de uzak durmak gerekir.


galiba buldum ne diyeceğimi. evet. basit, banal, sıradan ama işte Aşk-ı memnu. ne yapalım ben de böyle sıradan birşeyden etkilendim, elimde değil. Adnan Bey'den etkilendim en çok ve Nihal'den. Zararlı bu dizi. Cahiller için çok tehlikeli, akılsız kadınlar için bir model teşkil ediyor. Ders alabilene ne mutlu ama sanmam. İnsanlar eşek gelir eşek gider, değişmez.Korkunç bir hikaye. İnsani vasıflardan uzak, çok korkunç.sarsıcı ve ürkütücü benim için.

Ne anladım biliyor musunuz? Anahtar kelime valiz. Derli toplu bir valiz şart. Valize adabını, haysiyetini, aklını ve edebini iyice yerleştir. Her durumda hazır ve nazır ol, başkalarının hatalarında sen valizin elinde çık ortaya, veda etmeyi bil. Valizdeki şeref, adap, akıl ve edeb seni insan yapar.Bunları yanından ayırma, yanılmazsın. Hata payın sıfıra iner. Cebinden çıkarttığın kimliğinsin hayatta, saç kesimin değil. Soyadın, mesleğinsin, ayağındaki ayakkabı değil. Bunları bilmeli insan. Ne yediğinin, ne içtiğinin bir önemi yok. Unutma isa'dan önce ve sonra Büyük Romano Jermenik toplumların hepsi birbirinden ayrılırdı.Ama bu ayırımlar korkunç sonuçlar ortaya çıkardığı için, dünyanın merkezi avrupa bu durumda. Para sahibi cahiller ve ahlaksızlar evler, beylik,şehir, devlet ve imparatorluk yıkar. Bunu unutmamak gerek. Zevk düşkünü miskinler, dünyayı cehenneme çevirir.Ahlaksızlar kendini de çevresindekileri de zehirler. Zehir muhakkak toprağa karışır, ne acıdır ki bu zehir nesillerden nesillere aktarılır. Kim olduğunuz sizden değil, ailenizden itibaren başlar ve aileniz neler yaptıklarından. Siz geçmiş nesillerin zehrini taşırsınız bir kesede bünyenizde, akıllı olursanız kese hiç patlamaz ve sadece siz olduğunuz için başkalaşır insan olursunuz. Doğuştan sahip olduğumuz özellikler elbette baki değildir ama beceriksizler yakınlarının tuzaklarına düşüp, benzeşirler. Dünyada en kötü şeylerden biri de benzemektir. İnsan insanın kurdudur çünkü. Benzeşmemek gerek başkalarıyla. Adınız sadece yaptıklarınızla anılmalı, geçmişinizdeki yandaşlarınızla değil.

Elbette zordur bu kozayı yırtmak. Kelebek olmadan önce yaşadıklarınızı ancak istediğinizde unutursunuz. Ne diyordum?


Bihter, ah Bihter ah...O sadece bir dizi karakteri değil o bir örnek, o bizim gerçeğimiz. İnsan nasıl da nankör oluyor değil mi? Nasıl da bencil ve haysiyetsiz! Adnan'a baktığımda, onun elinde biraz evvel bahsettiğim valizi var. Valizini toplar ve çıkar gider. Onun yapması gereken bir açıklama yoktur çünkü. O insan olmak için gerekli erdemlere sahiptir. Onun önünde güneşli pazartesiler ve huzur dolu pazarlar vardır. Kötülük yapan elbette cezasını bulur. Kalp kıran kişinin sonu paramparça olmaktır. Acı çektirip tek parça kalan düşman yoktur. Her iktidar bitmeye mahkümdur zira kötülük yapmanın getirdiği kısa süreli iktidar kimin işine yarar? Bu sadece doğruları, doğru yoldakileri bir kez daha hizaya sokmak için ibretlik olur.

Hayat pamuk ipliğine bağlı, bunu birçok kez gördüm. Gördüğüm ölümlerden öğrendim bunu. Cenazeler insanı olgunlaştırır. Bir de bizim gömdüklerimiz vardır, ne imam ne de cemaatin katıldığı definler. Bu definleri kendimiz gömeriz, toprağı üstüne atarız ve kapanır. Sadece köpekler gömdüklerini tekrar çıkarır yerinden, nemalanmak için. İnsanlarsa gömü, hazine olmadıkça bir daha asla mezarı kazmazlar. Gömdüklerimizin vay haline... Geçen geçmiştir.Ölüler bile hatırlanmazken faydasız bir cenazeyi hatırlamak niye? Öyleyse unutulur.

Adnan Bey'in de dediği gibi zehirli sarmaşıklardan arındıktan sonra yorgun ve yaşlı bir ağaç yeşermelidir çünkü o daha diridir ve göğe yükselteceği daha çok dalı vardır güneşi görecek olan.

Aşk-ı Memnu'dan bunları anlıyorum. Kadın ya da erkek olmak kolay değildir. Hedef ne olursan ol, insan olabilmektir en alasından bir de hatırlanası olanından güzelliklerle.


Merve ARCASOY

20 Haziran 2010 Pazar

Eskir, herşey eskir.


Hayatta herşey eskir. En yeni şeyler bile ertesi gün eski olur. Aldığınız tişörtün hükmü siz onu kasaya götürene kadar geçer. Sonra o da diğer bütün sıradan tişörtler gibi eskir.Eskimeyen tek şey ihtiyaçlarımızdır.İhtiyaçlarımız doğrultusunda, insanları eskimez sanarız. Halbuki onlara ihtiyaç olmayınca, umurumuzda bile olmazlar. Yani onlar da eskir. Gökyüzü eskir, deniz eskir, kar eskir, yağmur eskir. Hepsi eskir, eskidikçe de çirkinleşir. Eski şeyler çirkindir. Yeni şeyler her zaman daha güzeldir, daha çekicidir. İnsanlar da böyledir, yeni bir kadın ya da yeni bir erkek eskisinden daha çok tercih edilir. Acıdır belki bütün bunlar ama insanın doğasında bu vardır. Kimse kurumuş yaprağı istemez. Herkes taze bahar dalını ister. Dünya döndükçe, dünyamız kirlendikçe, ters orantıda ,insanoğlu yenilik ister. İnsanlar gelir geçer, eskirler. Evet özlenirler kuşkusuz ama eskirler. Geçenlerde öğretmenlerimi düşündüm. Acı belki ama eskimişlerdi hafızamda. Artık aynı heyecanı duymuyordum onları düşünürken. Çamaşırlarımız eskir, çatallar, bıçaklar, sabunluk, perdeler, terlikler, insanın değdiği veya değmediği herşey eskir. Eskimeye mahkumdur. aynı neşe, aynı coşku kalmaz ne insanlara ne objelere karşı. Zamanla herşey unutulur. Filmlerdeki gibidir gerçekten, insanlar eskir ve unutulur. Bugün daha iyi anladım, eskimiş birini unuttuğumu.İsmi bile koca boş bir sayfayı hatırlatıyordu bana, bomboş. Çünkü zamanla unutmuşum. Hisler eskimiş ve yokolmuş. İleride ancak resimlere bakan biri hatırlayacak bazı şeyleri çünkü eskimiş insanların, eskimiş hikayeleriyle kimse ilgilenmez. Kendimiz bile geçmişimizi eskimiş sayar, unuturuz. Bugünü yaşamaktadır maharet. Bugünden ve yarından medet umulabilir ama dün geçmiştir ve geri dönüşü yoktur.

İçtiğim çayın tadı da eskiyor mesela. Çaydanlığın ilk zamanlarda demlediği çayla şu anki farklı. Saçlarım eskiyor, ne yapsam nafile. Vücudum eskiyor. Gözlerim eskiyor. Ve malesef bakışlarım da eskiyor. İnsanların bakışlarında yaşanmışlıklar iz bırakıyor. Acılar ve öfkeler gözlerden silinmiyor. Siz baktıkça, insanlar size baktıkça eskiler ortaya saçılıveriyor. Sözlerin kifayetsiz kaldığı noktalardan biridir gözler. Ne yalan söyleseniz gören gözü kandıramazsınız çünkü. Bugün, bu sabah, eskimişleri hatırladım. Ve çok eskimişlerdi. Artık eskimiş anılarımı verebilirdim. Onları çöpe attım. Eskimiş anılarımı isteyenler çöpten alabilir çünkü onları kullanmıyorum artık. On beş yaşındayken sizi heyecanlandıran şey artık heyecanlandırmıyor. insanlar eskidikçe, anlamsızlaşıyor. Herkes ama herkes anlamsızlaşıyor. Bunu gördüm. İstisnasız nasıl da herkes eskimiş ve ihtiyaç kalmayınca da kenara atılmış benim beynimde. Belki çok kaddarca ama işin aslı bu. Vefa değil burada yaralanan ne de minnet. Herşeyin bir ömrü var hayatta. Ömrü biteni çöpe atacaksın. Dayanmaz çünkü, ekşir, kokar, kokuşur ve sonunda çürür.

Bacağı sakat atı çaresiz vuracaksın. Ondan hayır gelmez artık sana.

13 Haziran 2010 Pazar

yurtdışındayken özlenilen şeyler


çiğ börek

kebap

içli köfte

vişne suyu

ayran

lahmacun

beyaz peynir

hamsi

börek

simit

demli çay

efes pilsen bira

sahilde oturmak

harbiye taksim dolmuşu

üsküdar kabataş motoru

zeytinyağlı yaprak sarma

pati

evin banyosu

türkçe konuşan insanlar

akbil sesi

metro

nişantaşı

taksim

asmalımescit

cihangir

galata

alkazar sineması

tramvay

içme suyu

türk kahvaltısı

bilumum sucuk pastırma

çay içerken sigara içmek

komşuya gitmek

türk kahvesi içmek

fal baktırmak

anadolu kavağı

kuaföre gidip fön çektirmek

manikür yaptırmak

ev yemeği yemek

telefonla konuşmak

ev telefonunu açmak

arkadaşlar

fransız sokağında şarap içmek

nar pera ya gitmek

mantı

atatürk caddesinde London Cafe ye gitmek

Mektup kırtasiye

Panter kırtasiye

Mephisto'nun etrafı gören bok gibi cafesi


Tolga, Karun, Sanem, Pınar, Barış, Emirhan, Melike


Birde eve gitmek, içeri girmek, el yüz yıkamak, su içmek,oturma odasında pati yi sevmek, boş boş konuşmak

7 Haziran 2010 Pazartesi

όλα σε θυμίζουν / ola se thymizoun / olmasa mektubun şarkısı


İki gündür bu şarkıyı dinliyorum, Haris Alexiou'nun şahane şarkısı Ola se thymizoun. Yeni Türkü ''olmasa mektubun'' adında çıkartmıştı bu şarkıyı. Derya Bey de pek bir güzel söyler. Ama Haris Alexiou şarkıda öyle bir ah çeker ki, bir sevgiliniz yoksa bile, bir sevgiliniz oluverir ve ondan ayrılırsınız bu şarkıyı dinlerken.


Türkçesi ''Herşey hatırlatıyor'' bu şarkının. Hatırlatan şeyler acıdır. Resimler, şarkılar, ağaçlar, semtler, kıyafetler, mekanlar...Yeri geldiğinde bir masa saati bile insana bir insanı hatırlatabilir. Hayal ettiğimiz, gerçekleşmesini istediğimiz şeylerin gerçekleşmemesine rağmen size birşey hatırlatması da mümkündür. Hiç almadığınız bir mektup size, bir mektubu hatırlatabilir, içine düşünüzü kattığınız yazılmamış bir mektubu. Acıdır yani. Hiç sahip olmadığınız bir insanı kaybedebilirsiniz mesela. Hiç gitmediğiniz bir yerde, hiç yapmadığınız şeyleri içine koyduğunuz insanla yaşamamış olsanız bile, bunun hayali insanın canını acıtır. Hiç tutmadığınız bir eli hayal edebilirsiniz. O eli arayabilirsiniz. Öyle ya da böyle bir sebepten hayaller gerçekleşmez. Ama o istek vardır ya, hani öylesine istersin o düşün gerçekleşmesini, işte o düş gece olunca başınıza üşüşüverir. Kalbinizi gerçekten acıtır. Kalp dediğiniz şey mideye benzemez. Öyle acısı geçmez bir anda. Siz otururken, konuşurken, uyurken, yürürken o içten içe acır. Güneş gören küçük bir dere nasıl ılık ılık taşların üzerinden akarsa bir sabah güneşi sırasında, öyle akar içinizden kalbinizin acısı da içinize. Burnunuz kanadığında nasıl canınız hiç acımazsa ellerinize kanlar aksa da, kalp de öyle sessiz sedasız acır. Bir kağıt, bir adres, bir telefon numarası, bir şarkı, bir kitap adı kabusunuz olur. Çocukken dizinizin üstüne düşünce nasıl bir anda kalkıp oynamaya koşarsınız hiçbirşey olmamış gibi öyledir işte bu kalbin de yarası. Vurdumduymaz birşeydir bu. Yaralı bacağınıza rağmen tuzlu suyuna girersiniz denizin çocukken, onun gibidir işte bu yüreğin de sancısı. Çocuk olursunuz, çocuklaşırsınız. Çok sevdiğiniz bir yazar amcanın sizin elinizden tutup, size hikayeler anlatmasını istersiniz geceleri yatmadan önce. Korkarsınız gece bu yürek acısıyla yatmaya. Sabah kalktığınızda şimşek çakar gibi flaş patlar beyninizde, aklınıza geliverir, bütün bu olanlar, düşleyip de gerçekleştiremedikleriniz. Sigaranız hiç bitmesin, fincandaki çayınız hiç bitmesin istersiniz. Bittikçe bir sigara daha yakar, bir fincan çay daha içersiniz. Oyalarlar çünkü sizi. Başınızda hikaye anlatan bıyıklı yazar amcanın sizin üzerinizdeki çarşafı kaldırmasını beklersiniz çünkü siz yataktan kalkmak istemezsiniz. Amca tüm şevkatiyle sizi yataktan kaldırsın, giydirsin istersiniz. Bütün gün size hikaye anlatsın istersiniz, sizi oyalasın... Gün içinde elinizi hiç bırakmasın. İçinizden geçirdiğiniz bütün sorulara cevap versin, yolda yürürken hiç sıkılmayın istersiniz. Ama ne amca vardır ne de hikayeler.


Zaman geçer, bir konser gidersiniz. Herşeyi unutursunuz konserde. Şarkıların çoşkusu küçük dilinizde titreşir, elleriniz patlar alkışlamaktan. Avuçlarınız acır, avuçlarınızın içi kızarır. Konser bitip de sanatçı selam verdiğinde etrafa şöyle bir bakarsınız. Kalabalığa bakarsınız. Emin olun kalabalıkta da düşerlerinizi, düşlerinizin içideki insanı ararsınız. Şarkılarda dindirmez içinizde kanayan yarayı. Yolda yürürken, konuşurken, hep düşleriniz ve düşlerinizi gerçekleştiremediğiniz kişiyi düşünürsünüz. Biliyorsunuz bütün bunları. Bütün erkek enseleri onundur. Bütün paltolar onun paltosuna benzer. Yazın sıcakta bütün spor ayakkabılar onun olabilir. Kalabalık ilerleyenlerden seçmek, onu oradan çıkarmak istersiniz. Kentler küçük, kalabalıklarsa tenhadır, düşlerindekini arayan biri için. Her an her yerden çıkabilir. Ne olur çıkıversin dersiniz. Onun içtiği sigara markasının paketi, bir çay bahçesinde, boş bir masada duruyorsa; o masada bir az evvel o oturmuş olabilir ve siz onu kaçırmış olabilirsiniz. Aslında o masadaki sigara paketi ona ait değildir. O masada, o gün hiç oturmamıştır o. Trafikte bir arabadan çıkıverse keşke dersiniz.Bütün bunları dersiniz işte. Olması imkansız bütün bu şeylerin, olasılık oranı düşlerinizi daha da yakıcı kılar. Şalgam suyunun serinliği damağınıza değdikten sonra nasıl genzinizi yakıyorsa bir öğlede, düşlerinizin olasılık oranı da içinizi öyle yakar geçer.


Düşlerinizi rafa kaldıramazsınız. Onlar aklınızın içinde. Hastalandığınızda, rüyanıza giriverir düşleriniz başkişisi. Uyandığınızda iki kere üzülürsünüz. Hasta olduğunuzda onun olmadığını farkettiğiniz için birinci kez, hastayken dalınan uykuda onu gördüğünüz içinse ikince kez üzülürsünüz. Yapılacak şey kabullenmektir. Düşlerinizi de olasılıkları da kabullenmektir. Yüzleşmek gerekir eşyalarla ve semtlerle. İzini sürüp bulmak gerekir o kişiyi ve de yüzleşmek. Neden diye sormanıza gerek yoktur. Sizin konuşmanıza gerek kalmaz. Sıradan bir sohbette her soru yanıtı bulur büyük ihtimalle. Sözlere bile gerek yoktur bazen ya da en bilindik sözcük sayısız anlam taşır. Bir ne içersin o güne kadar ne yaptığını anlayabilirsinizde aslına bakarsınız.

Eğer esir aldığınız kişiyi aklınız bırakmayacaksa, yaşamak için semtleri özgür bırakmak, eşyaları başkalarına vermek ya da onları başkalaştırmak gerekir. O zaman o canı varmış gibi görünen cansız varlıkların yakasını bırakırsınız. Onlar da ağaç perileri gibi etrafa saçılıp, gezerler sonunda tıpkı durduramadığınız bütün akıp giden ırmaklar misali.



3 Haziran 2010 Perşembe

3 Haziran 1986


bugün benden iki yaş büyük olan ablam Melike'nin doğumgünü.

bugün Melike 24 yaşına girdi. Kendisi hala 25 yaşına girdiğini iddia ediyor ama olsun. ben de diyorum ki, doğdumuzda 1 yaşında mıydık Melike? :)


ah ah ah hayat çok zor. daha neler göreceğiz kim bilir...30 yaş, 40 yaş, 50 yai ve sonrası...

yaşlanıyoruz, büyüyoruz, olgunlaşıyoruz.

22 senedir Melike'yle bir hayat sürüyorum ben. Ne hikayeler, ne hikayeler, neler neler...

Biz kardeşiz. Kardeşlik çok zor şey. Çünkü değişiyoruz, evler değişiyor, etrafımızdakiler değişiyor, herşey değişiyor.


İstediğim, Melike'nin mutlu olması. İstediği işlerde çalışması, istediği paraları kazanması, istediği evliliği yapması, istediği evde yaşaması...

Biz genciz, daha önümüzde çok uzun yıllar var. Seveceğiz, sevileceğiz.


Gideceğiz, geleceğiz, kalacağız, geri geleceğiz. Hayat böyle. Bir yerde çakılıp kalmıyor insan.


Senden ne istiyebilirim ki? Tabii ki serin bir yerde, İstanbul'da, biraz içmek :) Sohbet etmek. Sonra yatak odamızda tatlı patiyle uyumak. Henüz genç kızken bunlar mümkün.


E zaten geldiğimde de bunları yapıyor olacağız. Tatlı Melike, Akıllı Melike, Deli Melike, yanaklarından öperim. Doğumgünün kutlu olsun. Ömür boyu mutluluklar dilerim sana. Keyfin istediği gibi bir hayatın olsun. Başkalarının ne dediğinin geçrekten bir önemi yok. Biz zamanında büyüklerimizi iyi dinledik. İyi de insanlar olduk. Artık biraz efendilik oyunundan ziyade mutluluk oyununu oynayalım. Mutlu olalım ulannnnnnnnnnnnn!!!


KArdeşin MErme