27 Haziran 2010 Pazar


gittikçe sadece başım sıkıştığında yazı yazmaya başladım. başım sıkışınca, üzülünce, sinirlenince yazmaya başladım galiba. ne diyeceğimi de bilemiyorum ki.hangi çıkarımımdan bahsedeyim bilemedim. her an her dakika bir çıkarım yapıyorum hayattan. ibret alıyorum, beynimin bir köşesine notlar alıyorum ama diğer yandan biliyorum engellenemez gerçekleri de. kıymet bilmek ne kadar da önemli birşey. elimden geldiğinde sahip olduklarımın kıymetini bilmeye çalışıyorum. sahip olduklarımın da kazandıklarımın da. kazanımlarımızın kıymetini bilmezsek eğer ilerleyemeyiz. hiç kazanım yoksa elde, zamana eşdeğer oranda orada bir hata vardır. kazanımlar önemlidir. bizi insanileştirir. fazlası da barbarlaştırır. hiç kazanım elde etmeyenlerden de uzak durmak gerekir.


galiba buldum ne diyeceğimi. evet. basit, banal, sıradan ama işte Aşk-ı memnu. ne yapalım ben de böyle sıradan birşeyden etkilendim, elimde değil. Adnan Bey'den etkilendim en çok ve Nihal'den. Zararlı bu dizi. Cahiller için çok tehlikeli, akılsız kadınlar için bir model teşkil ediyor. Ders alabilene ne mutlu ama sanmam. İnsanlar eşek gelir eşek gider, değişmez.Korkunç bir hikaye. İnsani vasıflardan uzak, çok korkunç.sarsıcı ve ürkütücü benim için.

Ne anladım biliyor musunuz? Anahtar kelime valiz. Derli toplu bir valiz şart. Valize adabını, haysiyetini, aklını ve edebini iyice yerleştir. Her durumda hazır ve nazır ol, başkalarının hatalarında sen valizin elinde çık ortaya, veda etmeyi bil. Valizdeki şeref, adap, akıl ve edeb seni insan yapar.Bunları yanından ayırma, yanılmazsın. Hata payın sıfıra iner. Cebinden çıkarttığın kimliğinsin hayatta, saç kesimin değil. Soyadın, mesleğinsin, ayağındaki ayakkabı değil. Bunları bilmeli insan. Ne yediğinin, ne içtiğinin bir önemi yok. Unutma isa'dan önce ve sonra Büyük Romano Jermenik toplumların hepsi birbirinden ayrılırdı.Ama bu ayırımlar korkunç sonuçlar ortaya çıkardığı için, dünyanın merkezi avrupa bu durumda. Para sahibi cahiller ve ahlaksızlar evler, beylik,şehir, devlet ve imparatorluk yıkar. Bunu unutmamak gerek. Zevk düşkünü miskinler, dünyayı cehenneme çevirir.Ahlaksızlar kendini de çevresindekileri de zehirler. Zehir muhakkak toprağa karışır, ne acıdır ki bu zehir nesillerden nesillere aktarılır. Kim olduğunuz sizden değil, ailenizden itibaren başlar ve aileniz neler yaptıklarından. Siz geçmiş nesillerin zehrini taşırsınız bir kesede bünyenizde, akıllı olursanız kese hiç patlamaz ve sadece siz olduğunuz için başkalaşır insan olursunuz. Doğuştan sahip olduğumuz özellikler elbette baki değildir ama beceriksizler yakınlarının tuzaklarına düşüp, benzeşirler. Dünyada en kötü şeylerden biri de benzemektir. İnsan insanın kurdudur çünkü. Benzeşmemek gerek başkalarıyla. Adınız sadece yaptıklarınızla anılmalı, geçmişinizdeki yandaşlarınızla değil.

Elbette zordur bu kozayı yırtmak. Kelebek olmadan önce yaşadıklarınızı ancak istediğinizde unutursunuz. Ne diyordum?


Bihter, ah Bihter ah...O sadece bir dizi karakteri değil o bir örnek, o bizim gerçeğimiz. İnsan nasıl da nankör oluyor değil mi? Nasıl da bencil ve haysiyetsiz! Adnan'a baktığımda, onun elinde biraz evvel bahsettiğim valizi var. Valizini toplar ve çıkar gider. Onun yapması gereken bir açıklama yoktur çünkü. O insan olmak için gerekli erdemlere sahiptir. Onun önünde güneşli pazartesiler ve huzur dolu pazarlar vardır. Kötülük yapan elbette cezasını bulur. Kalp kıran kişinin sonu paramparça olmaktır. Acı çektirip tek parça kalan düşman yoktur. Her iktidar bitmeye mahkümdur zira kötülük yapmanın getirdiği kısa süreli iktidar kimin işine yarar? Bu sadece doğruları, doğru yoldakileri bir kez daha hizaya sokmak için ibretlik olur.

Hayat pamuk ipliğine bağlı, bunu birçok kez gördüm. Gördüğüm ölümlerden öğrendim bunu. Cenazeler insanı olgunlaştırır. Bir de bizim gömdüklerimiz vardır, ne imam ne de cemaatin katıldığı definler. Bu definleri kendimiz gömeriz, toprağı üstüne atarız ve kapanır. Sadece köpekler gömdüklerini tekrar çıkarır yerinden, nemalanmak için. İnsanlarsa gömü, hazine olmadıkça bir daha asla mezarı kazmazlar. Gömdüklerimizin vay haline... Geçen geçmiştir.Ölüler bile hatırlanmazken faydasız bir cenazeyi hatırlamak niye? Öyleyse unutulur.

Adnan Bey'in de dediği gibi zehirli sarmaşıklardan arındıktan sonra yorgun ve yaşlı bir ağaç yeşermelidir çünkü o daha diridir ve göğe yükselteceği daha çok dalı vardır güneşi görecek olan.

Aşk-ı Memnu'dan bunları anlıyorum. Kadın ya da erkek olmak kolay değildir. Hedef ne olursan ol, insan olabilmektir en alasından bir de hatırlanası olanından güzelliklerle.


Merve ARCASOY

20 Haziran 2010 Pazar

Eskir, herşey eskir.


Hayatta herşey eskir. En yeni şeyler bile ertesi gün eski olur. Aldığınız tişörtün hükmü siz onu kasaya götürene kadar geçer. Sonra o da diğer bütün sıradan tişörtler gibi eskir.Eskimeyen tek şey ihtiyaçlarımızdır.İhtiyaçlarımız doğrultusunda, insanları eskimez sanarız. Halbuki onlara ihtiyaç olmayınca, umurumuzda bile olmazlar. Yani onlar da eskir. Gökyüzü eskir, deniz eskir, kar eskir, yağmur eskir. Hepsi eskir, eskidikçe de çirkinleşir. Eski şeyler çirkindir. Yeni şeyler her zaman daha güzeldir, daha çekicidir. İnsanlar da böyledir, yeni bir kadın ya da yeni bir erkek eskisinden daha çok tercih edilir. Acıdır belki bütün bunlar ama insanın doğasında bu vardır. Kimse kurumuş yaprağı istemez. Herkes taze bahar dalını ister. Dünya döndükçe, dünyamız kirlendikçe, ters orantıda ,insanoğlu yenilik ister. İnsanlar gelir geçer, eskirler. Evet özlenirler kuşkusuz ama eskirler. Geçenlerde öğretmenlerimi düşündüm. Acı belki ama eskimişlerdi hafızamda. Artık aynı heyecanı duymuyordum onları düşünürken. Çamaşırlarımız eskir, çatallar, bıçaklar, sabunluk, perdeler, terlikler, insanın değdiği veya değmediği herşey eskir. Eskimeye mahkumdur. aynı neşe, aynı coşku kalmaz ne insanlara ne objelere karşı. Zamanla herşey unutulur. Filmlerdeki gibidir gerçekten, insanlar eskir ve unutulur. Bugün daha iyi anladım, eskimiş birini unuttuğumu.İsmi bile koca boş bir sayfayı hatırlatıyordu bana, bomboş. Çünkü zamanla unutmuşum. Hisler eskimiş ve yokolmuş. İleride ancak resimlere bakan biri hatırlayacak bazı şeyleri çünkü eskimiş insanların, eskimiş hikayeleriyle kimse ilgilenmez. Kendimiz bile geçmişimizi eskimiş sayar, unuturuz. Bugünü yaşamaktadır maharet. Bugünden ve yarından medet umulabilir ama dün geçmiştir ve geri dönüşü yoktur.

İçtiğim çayın tadı da eskiyor mesela. Çaydanlığın ilk zamanlarda demlediği çayla şu anki farklı. Saçlarım eskiyor, ne yapsam nafile. Vücudum eskiyor. Gözlerim eskiyor. Ve malesef bakışlarım da eskiyor. İnsanların bakışlarında yaşanmışlıklar iz bırakıyor. Acılar ve öfkeler gözlerden silinmiyor. Siz baktıkça, insanlar size baktıkça eskiler ortaya saçılıveriyor. Sözlerin kifayetsiz kaldığı noktalardan biridir gözler. Ne yalan söyleseniz gören gözü kandıramazsınız çünkü. Bugün, bu sabah, eskimişleri hatırladım. Ve çok eskimişlerdi. Artık eskimiş anılarımı verebilirdim. Onları çöpe attım. Eskimiş anılarımı isteyenler çöpten alabilir çünkü onları kullanmıyorum artık. On beş yaşındayken sizi heyecanlandıran şey artık heyecanlandırmıyor. insanlar eskidikçe, anlamsızlaşıyor. Herkes ama herkes anlamsızlaşıyor. Bunu gördüm. İstisnasız nasıl da herkes eskimiş ve ihtiyaç kalmayınca da kenara atılmış benim beynimde. Belki çok kaddarca ama işin aslı bu. Vefa değil burada yaralanan ne de minnet. Herşeyin bir ömrü var hayatta. Ömrü biteni çöpe atacaksın. Dayanmaz çünkü, ekşir, kokar, kokuşur ve sonunda çürür.

Bacağı sakat atı çaresiz vuracaksın. Ondan hayır gelmez artık sana.

13 Haziran 2010 Pazar

yurtdışındayken özlenilen şeyler


çiğ börek

kebap

içli köfte

vişne suyu

ayran

lahmacun

beyaz peynir

hamsi

börek

simit

demli çay

efes pilsen bira

sahilde oturmak

harbiye taksim dolmuşu

üsküdar kabataş motoru

zeytinyağlı yaprak sarma

pati

evin banyosu

türkçe konuşan insanlar

akbil sesi

metro

nişantaşı

taksim

asmalımescit

cihangir

galata

alkazar sineması

tramvay

içme suyu

türk kahvaltısı

bilumum sucuk pastırma

çay içerken sigara içmek

komşuya gitmek

türk kahvesi içmek

fal baktırmak

anadolu kavağı

kuaföre gidip fön çektirmek

manikür yaptırmak

ev yemeği yemek

telefonla konuşmak

ev telefonunu açmak

arkadaşlar

fransız sokağında şarap içmek

nar pera ya gitmek

mantı

atatürk caddesinde London Cafe ye gitmek

Mektup kırtasiye

Panter kırtasiye

Mephisto'nun etrafı gören bok gibi cafesi


Tolga, Karun, Sanem, Pınar, Barış, Emirhan, Melike


Birde eve gitmek, içeri girmek, el yüz yıkamak, su içmek,oturma odasında pati yi sevmek, boş boş konuşmak

7 Haziran 2010 Pazartesi

όλα σε θυμίζουν / ola se thymizoun / olmasa mektubun şarkısı


İki gündür bu şarkıyı dinliyorum, Haris Alexiou'nun şahane şarkısı Ola se thymizoun. Yeni Türkü ''olmasa mektubun'' adında çıkartmıştı bu şarkıyı. Derya Bey de pek bir güzel söyler. Ama Haris Alexiou şarkıda öyle bir ah çeker ki, bir sevgiliniz yoksa bile, bir sevgiliniz oluverir ve ondan ayrılırsınız bu şarkıyı dinlerken.


Türkçesi ''Herşey hatırlatıyor'' bu şarkının. Hatırlatan şeyler acıdır. Resimler, şarkılar, ağaçlar, semtler, kıyafetler, mekanlar...Yeri geldiğinde bir masa saati bile insana bir insanı hatırlatabilir. Hayal ettiğimiz, gerçekleşmesini istediğimiz şeylerin gerçekleşmemesine rağmen size birşey hatırlatması da mümkündür. Hiç almadığınız bir mektup size, bir mektubu hatırlatabilir, içine düşünüzü kattığınız yazılmamış bir mektubu. Acıdır yani. Hiç sahip olmadığınız bir insanı kaybedebilirsiniz mesela. Hiç gitmediğiniz bir yerde, hiç yapmadığınız şeyleri içine koyduğunuz insanla yaşamamış olsanız bile, bunun hayali insanın canını acıtır. Hiç tutmadığınız bir eli hayal edebilirsiniz. O eli arayabilirsiniz. Öyle ya da böyle bir sebepten hayaller gerçekleşmez. Ama o istek vardır ya, hani öylesine istersin o düşün gerçekleşmesini, işte o düş gece olunca başınıza üşüşüverir. Kalbinizi gerçekten acıtır. Kalp dediğiniz şey mideye benzemez. Öyle acısı geçmez bir anda. Siz otururken, konuşurken, uyurken, yürürken o içten içe acır. Güneş gören küçük bir dere nasıl ılık ılık taşların üzerinden akarsa bir sabah güneşi sırasında, öyle akar içinizden kalbinizin acısı da içinize. Burnunuz kanadığında nasıl canınız hiç acımazsa ellerinize kanlar aksa da, kalp de öyle sessiz sedasız acır. Bir kağıt, bir adres, bir telefon numarası, bir şarkı, bir kitap adı kabusunuz olur. Çocukken dizinizin üstüne düşünce nasıl bir anda kalkıp oynamaya koşarsınız hiçbirşey olmamış gibi öyledir işte bu kalbin de yarası. Vurdumduymaz birşeydir bu. Yaralı bacağınıza rağmen tuzlu suyuna girersiniz denizin çocukken, onun gibidir işte bu yüreğin de sancısı. Çocuk olursunuz, çocuklaşırsınız. Çok sevdiğiniz bir yazar amcanın sizin elinizden tutup, size hikayeler anlatmasını istersiniz geceleri yatmadan önce. Korkarsınız gece bu yürek acısıyla yatmaya. Sabah kalktığınızda şimşek çakar gibi flaş patlar beyninizde, aklınıza geliverir, bütün bu olanlar, düşleyip de gerçekleştiremedikleriniz. Sigaranız hiç bitmesin, fincandaki çayınız hiç bitmesin istersiniz. Bittikçe bir sigara daha yakar, bir fincan çay daha içersiniz. Oyalarlar çünkü sizi. Başınızda hikaye anlatan bıyıklı yazar amcanın sizin üzerinizdeki çarşafı kaldırmasını beklersiniz çünkü siz yataktan kalkmak istemezsiniz. Amca tüm şevkatiyle sizi yataktan kaldırsın, giydirsin istersiniz. Bütün gün size hikaye anlatsın istersiniz, sizi oyalasın... Gün içinde elinizi hiç bırakmasın. İçinizden geçirdiğiniz bütün sorulara cevap versin, yolda yürürken hiç sıkılmayın istersiniz. Ama ne amca vardır ne de hikayeler.


Zaman geçer, bir konser gidersiniz. Herşeyi unutursunuz konserde. Şarkıların çoşkusu küçük dilinizde titreşir, elleriniz patlar alkışlamaktan. Avuçlarınız acır, avuçlarınızın içi kızarır. Konser bitip de sanatçı selam verdiğinde etrafa şöyle bir bakarsınız. Kalabalığa bakarsınız. Emin olun kalabalıkta da düşerlerinizi, düşlerinizin içideki insanı ararsınız. Şarkılarda dindirmez içinizde kanayan yarayı. Yolda yürürken, konuşurken, hep düşleriniz ve düşlerinizi gerçekleştiremediğiniz kişiyi düşünürsünüz. Biliyorsunuz bütün bunları. Bütün erkek enseleri onundur. Bütün paltolar onun paltosuna benzer. Yazın sıcakta bütün spor ayakkabılar onun olabilir. Kalabalık ilerleyenlerden seçmek, onu oradan çıkarmak istersiniz. Kentler küçük, kalabalıklarsa tenhadır, düşlerindekini arayan biri için. Her an her yerden çıkabilir. Ne olur çıkıversin dersiniz. Onun içtiği sigara markasının paketi, bir çay bahçesinde, boş bir masada duruyorsa; o masada bir az evvel o oturmuş olabilir ve siz onu kaçırmış olabilirsiniz. Aslında o masadaki sigara paketi ona ait değildir. O masada, o gün hiç oturmamıştır o. Trafikte bir arabadan çıkıverse keşke dersiniz.Bütün bunları dersiniz işte. Olması imkansız bütün bu şeylerin, olasılık oranı düşlerinizi daha da yakıcı kılar. Şalgam suyunun serinliği damağınıza değdikten sonra nasıl genzinizi yakıyorsa bir öğlede, düşlerinizin olasılık oranı da içinizi öyle yakar geçer.


Düşlerinizi rafa kaldıramazsınız. Onlar aklınızın içinde. Hastalandığınızda, rüyanıza giriverir düşleriniz başkişisi. Uyandığınızda iki kere üzülürsünüz. Hasta olduğunuzda onun olmadığını farkettiğiniz için birinci kez, hastayken dalınan uykuda onu gördüğünüz içinse ikince kez üzülürsünüz. Yapılacak şey kabullenmektir. Düşlerinizi de olasılıkları da kabullenmektir. Yüzleşmek gerekir eşyalarla ve semtlerle. İzini sürüp bulmak gerekir o kişiyi ve de yüzleşmek. Neden diye sormanıza gerek yoktur. Sizin konuşmanıza gerek kalmaz. Sıradan bir sohbette her soru yanıtı bulur büyük ihtimalle. Sözlere bile gerek yoktur bazen ya da en bilindik sözcük sayısız anlam taşır. Bir ne içersin o güne kadar ne yaptığını anlayabilirsinizde aslına bakarsınız.

Eğer esir aldığınız kişiyi aklınız bırakmayacaksa, yaşamak için semtleri özgür bırakmak, eşyaları başkalarına vermek ya da onları başkalaştırmak gerekir. O zaman o canı varmış gibi görünen cansız varlıkların yakasını bırakırsınız. Onlar da ağaç perileri gibi etrafa saçılıp, gezerler sonunda tıpkı durduramadığınız bütün akıp giden ırmaklar misali.



3 Haziran 2010 Perşembe

3 Haziran 1986


bugün benden iki yaş büyük olan ablam Melike'nin doğumgünü.

bugün Melike 24 yaşına girdi. Kendisi hala 25 yaşına girdiğini iddia ediyor ama olsun. ben de diyorum ki, doğdumuzda 1 yaşında mıydık Melike? :)


ah ah ah hayat çok zor. daha neler göreceğiz kim bilir...30 yaş, 40 yaş, 50 yai ve sonrası...

yaşlanıyoruz, büyüyoruz, olgunlaşıyoruz.

22 senedir Melike'yle bir hayat sürüyorum ben. Ne hikayeler, ne hikayeler, neler neler...

Biz kardeşiz. Kardeşlik çok zor şey. Çünkü değişiyoruz, evler değişiyor, etrafımızdakiler değişiyor, herşey değişiyor.


İstediğim, Melike'nin mutlu olması. İstediği işlerde çalışması, istediği paraları kazanması, istediği evliliği yapması, istediği evde yaşaması...

Biz genciz, daha önümüzde çok uzun yıllar var. Seveceğiz, sevileceğiz.


Gideceğiz, geleceğiz, kalacağız, geri geleceğiz. Hayat böyle. Bir yerde çakılıp kalmıyor insan.


Senden ne istiyebilirim ki? Tabii ki serin bir yerde, İstanbul'da, biraz içmek :) Sohbet etmek. Sonra yatak odamızda tatlı patiyle uyumak. Henüz genç kızken bunlar mümkün.


E zaten geldiğimde de bunları yapıyor olacağız. Tatlı Melike, Akıllı Melike, Deli Melike, yanaklarından öperim. Doğumgünün kutlu olsun. Ömür boyu mutluluklar dilerim sana. Keyfin istediği gibi bir hayatın olsun. Başkalarının ne dediğinin geçrekten bir önemi yok. Biz zamanında büyüklerimizi iyi dinledik. İyi de insanlar olduk. Artık biraz efendilik oyunundan ziyade mutluluk oyununu oynayalım. Mutlu olalım ulannnnnnnnnnnnn!!!


KArdeşin MErme