7 Haziran 2010 Pazartesi

όλα σε θυμίζουν / ola se thymizoun / olmasa mektubun şarkısı


İki gündür bu şarkıyı dinliyorum, Haris Alexiou'nun şahane şarkısı Ola se thymizoun. Yeni Türkü ''olmasa mektubun'' adında çıkartmıştı bu şarkıyı. Derya Bey de pek bir güzel söyler. Ama Haris Alexiou şarkıda öyle bir ah çeker ki, bir sevgiliniz yoksa bile, bir sevgiliniz oluverir ve ondan ayrılırsınız bu şarkıyı dinlerken.


Türkçesi ''Herşey hatırlatıyor'' bu şarkının. Hatırlatan şeyler acıdır. Resimler, şarkılar, ağaçlar, semtler, kıyafetler, mekanlar...Yeri geldiğinde bir masa saati bile insana bir insanı hatırlatabilir. Hayal ettiğimiz, gerçekleşmesini istediğimiz şeylerin gerçekleşmemesine rağmen size birşey hatırlatması da mümkündür. Hiç almadığınız bir mektup size, bir mektubu hatırlatabilir, içine düşünüzü kattığınız yazılmamış bir mektubu. Acıdır yani. Hiç sahip olmadığınız bir insanı kaybedebilirsiniz mesela. Hiç gitmediğiniz bir yerde, hiç yapmadığınız şeyleri içine koyduğunuz insanla yaşamamış olsanız bile, bunun hayali insanın canını acıtır. Hiç tutmadığınız bir eli hayal edebilirsiniz. O eli arayabilirsiniz. Öyle ya da böyle bir sebepten hayaller gerçekleşmez. Ama o istek vardır ya, hani öylesine istersin o düşün gerçekleşmesini, işte o düş gece olunca başınıza üşüşüverir. Kalbinizi gerçekten acıtır. Kalp dediğiniz şey mideye benzemez. Öyle acısı geçmez bir anda. Siz otururken, konuşurken, uyurken, yürürken o içten içe acır. Güneş gören küçük bir dere nasıl ılık ılık taşların üzerinden akarsa bir sabah güneşi sırasında, öyle akar içinizden kalbinizin acısı da içinize. Burnunuz kanadığında nasıl canınız hiç acımazsa ellerinize kanlar aksa da, kalp de öyle sessiz sedasız acır. Bir kağıt, bir adres, bir telefon numarası, bir şarkı, bir kitap adı kabusunuz olur. Çocukken dizinizin üstüne düşünce nasıl bir anda kalkıp oynamaya koşarsınız hiçbirşey olmamış gibi öyledir işte bu kalbin de yarası. Vurdumduymaz birşeydir bu. Yaralı bacağınıza rağmen tuzlu suyuna girersiniz denizin çocukken, onun gibidir işte bu yüreğin de sancısı. Çocuk olursunuz, çocuklaşırsınız. Çok sevdiğiniz bir yazar amcanın sizin elinizden tutup, size hikayeler anlatmasını istersiniz geceleri yatmadan önce. Korkarsınız gece bu yürek acısıyla yatmaya. Sabah kalktığınızda şimşek çakar gibi flaş patlar beyninizde, aklınıza geliverir, bütün bu olanlar, düşleyip de gerçekleştiremedikleriniz. Sigaranız hiç bitmesin, fincandaki çayınız hiç bitmesin istersiniz. Bittikçe bir sigara daha yakar, bir fincan çay daha içersiniz. Oyalarlar çünkü sizi. Başınızda hikaye anlatan bıyıklı yazar amcanın sizin üzerinizdeki çarşafı kaldırmasını beklersiniz çünkü siz yataktan kalkmak istemezsiniz. Amca tüm şevkatiyle sizi yataktan kaldırsın, giydirsin istersiniz. Bütün gün size hikaye anlatsın istersiniz, sizi oyalasın... Gün içinde elinizi hiç bırakmasın. İçinizden geçirdiğiniz bütün sorulara cevap versin, yolda yürürken hiç sıkılmayın istersiniz. Ama ne amca vardır ne de hikayeler.


Zaman geçer, bir konser gidersiniz. Herşeyi unutursunuz konserde. Şarkıların çoşkusu küçük dilinizde titreşir, elleriniz patlar alkışlamaktan. Avuçlarınız acır, avuçlarınızın içi kızarır. Konser bitip de sanatçı selam verdiğinde etrafa şöyle bir bakarsınız. Kalabalığa bakarsınız. Emin olun kalabalıkta da düşerlerinizi, düşlerinizin içideki insanı ararsınız. Şarkılarda dindirmez içinizde kanayan yarayı. Yolda yürürken, konuşurken, hep düşleriniz ve düşlerinizi gerçekleştiremediğiniz kişiyi düşünürsünüz. Biliyorsunuz bütün bunları. Bütün erkek enseleri onundur. Bütün paltolar onun paltosuna benzer. Yazın sıcakta bütün spor ayakkabılar onun olabilir. Kalabalık ilerleyenlerden seçmek, onu oradan çıkarmak istersiniz. Kentler küçük, kalabalıklarsa tenhadır, düşlerindekini arayan biri için. Her an her yerden çıkabilir. Ne olur çıkıversin dersiniz. Onun içtiği sigara markasının paketi, bir çay bahçesinde, boş bir masada duruyorsa; o masada bir az evvel o oturmuş olabilir ve siz onu kaçırmış olabilirsiniz. Aslında o masadaki sigara paketi ona ait değildir. O masada, o gün hiç oturmamıştır o. Trafikte bir arabadan çıkıverse keşke dersiniz.Bütün bunları dersiniz işte. Olması imkansız bütün bu şeylerin, olasılık oranı düşlerinizi daha da yakıcı kılar. Şalgam suyunun serinliği damağınıza değdikten sonra nasıl genzinizi yakıyorsa bir öğlede, düşlerinizin olasılık oranı da içinizi öyle yakar geçer.


Düşlerinizi rafa kaldıramazsınız. Onlar aklınızın içinde. Hastalandığınızda, rüyanıza giriverir düşleriniz başkişisi. Uyandığınızda iki kere üzülürsünüz. Hasta olduğunuzda onun olmadığını farkettiğiniz için birinci kez, hastayken dalınan uykuda onu gördüğünüz içinse ikince kez üzülürsünüz. Yapılacak şey kabullenmektir. Düşlerinizi de olasılıkları da kabullenmektir. Yüzleşmek gerekir eşyalarla ve semtlerle. İzini sürüp bulmak gerekir o kişiyi ve de yüzleşmek. Neden diye sormanıza gerek yoktur. Sizin konuşmanıza gerek kalmaz. Sıradan bir sohbette her soru yanıtı bulur büyük ihtimalle. Sözlere bile gerek yoktur bazen ya da en bilindik sözcük sayısız anlam taşır. Bir ne içersin o güne kadar ne yaptığını anlayabilirsinizde aslına bakarsınız.

Eğer esir aldığınız kişiyi aklınız bırakmayacaksa, yaşamak için semtleri özgür bırakmak, eşyaları başkalarına vermek ya da onları başkalaştırmak gerekir. O zaman o canı varmış gibi görünen cansız varlıkların yakasını bırakırsınız. Onlar da ağaç perileri gibi etrafa saçılıp, gezerler sonunda tıpkı durduramadığınız bütün akıp giden ırmaklar misali.



1 yorum:

Adsız dedi ki...

salak