3 Mayıs 2010 Pazartesi

Hayvanlar alemi ve alien

sabahları, öğlenleri, akşamları... zamanı nasıl yaşadığıma dair bir bulgu yok şimdilik. Masanın başında, lavabonun karşısında, sandalyede, merdiven basamaklarında, yatakta...Bu evin her yerindeyim. Bu evin içinde türlü türlü hayvanlar var. Onlardan bahsedeyim. Sabahları kalktığımda karşımda bir Mykonos eşeğiyle karşılaşıyorum. Sırtının ağrıdığını söylüyor daha günaydan demeden. Gözaltının morardığını görüyorum eşeğin. Bu sıra düşünmeden hareket ediyormuş. Nerede olduğunu bilmiyormuş, sanırım laf arasında yolunu kaybettiğini de söyledi. Ben yatakta beklerken, o daha yüzünü yıkamadan merdivenler aşağıya iniyor. mutfak dolaplarını açıp, ilaçlara bakıyor. Yapma diyorum, yapma eşek, suçlu hissetme kendini. Yükleri taşırsın elbet. Neden geldin ki bu dünyaya? Amacın Mykonos'taki sokakları arşınlamak, teker teker dolanmak yükseklerdeki dar sokakları. Gülmelisin gördüklerine, gülümsemelisin. Sen eşeksin, bilmelisin bunu. Mykonos eşeğinin mahareti nedir diye sorsan birine, hemen söyler. Şaşırma yolunu. Bırak elindeki ilaç kutusunu. Çok sıkıldıysan bir duş al, rahatlarsın.
Alt katta bir baykuşla karşılaştık geçen gün. Baykuş'un başı ağrıyordu. Yorulduğunu söyledi geceleri ayakta durmaktan. Sıkılmıştı artık bir dala tüneyip bütün geceyi beklemekten. Baykuş, diyorum, bir şeyler iç. Yeşil çay iç, gelirsin kendine. Yeşil çayı sevmiyor, acı geliyormuş kendisine. Sakarin at sen de diyorum, peki diyor. Televizyonun üzerine tünemişti. Öneri olarak pencereden bakmasını söyledim. Etrafa bakabilirdi, pencerenin görüş açısı genişliğinde. Deneyeceğini söyledi. Beyaz peynir ve çay istediğini söyledi ama bunların olmadığını söyledim. İsterse hazır patates püresi yapabilirim dedim mikrodalgafırında. Kafasını çevirdi.
Sol köşedeki abajurun yanında bir kırlangıç gördüm evvelsi akşam. Onunla da konuştuk epey. Dışarı çıkamadığını korktuğunu söyledi kırlangıç. Kendini pis hissediyormuş ve de suçlu. Herşeyden meshul lanet olası bir kuşum ben dedi. Dua edemediğini söyledi.Ve ekledi artık kiliseye de gitmiyormuş kırlangıç. Zaman zaman hiç birşeyin anlamının kalmadığını da söyledi. Tekrar etti. Ne ettiysem onu dışarı çıkaramadım. Kırlangıç, havalar yağmurlu. Peki ısındığında ne yapacaksın dedim. Herkes unutacak bu sisli günleri. Aklını başına topla dedim. Kanadıyla yüzünü kapadı, ağlamaya başladı. Kırlangıç, bunca zaman ağladın ne oldu dedim. Merdivenleri çıkıp etrafı toplamaya başladı, sonra aşağıya inip bulaşıkları yıkadı. Ağladı, ağladı, ağladı. Hadi yat artık dedim. Belki sakinlersin dedim. Ona bir tane papatya çayı yaptım.Kupanın sadece yarısını içebildi. Bir tane de sarıkantaron habı verdim.Ama kifayet etmiyor dedi. Olsun, sen yinede al dedim.
Güve kelebeği ve at sineğiyle karşılaştım üst katta. At sineği inatla çıkmak istemiyordu. Neyin var dediğimde, cevap vermiyordu. At sineği dedim. Sineksin, kimse içinden geçirdiklerini umursamıyor işte, anla bunu dedim. Sessiz ol ve sus. Gittiği yere kadar kanat çırp. Eğer nefes alamayacak olursan, artık senin elinden gelen birşey yok demektir bu. Bırakırsın kendini, baktın ben de açmadım çatıdaki pencereyi, bırakıverirsin kanatlarını.Güve kelebeği sana gelince İstanbul'a gidiyormuşsun. Duymadık değil. Git bakalım, benim giysilerimden aldığın parçaları da götürüver. Birer parçasını gördüğün denizlere serpiştir. Biraz akdeniz, biraz marmara...Elinden geldiğince. Yolda sakın öleyim deme. Hazır değilsen yola çıkma. Burda, bu evde hepimize yetecek kadar yer var. Su musluktan, yiyecek de bir şekilde hallediyoruz. Çok sıkılırsan internette var.
Hepimiz aynı yatakta yatıyoruz. Yastığımın altındaki dua kitabını kaldırdım. Aklınızdan kötü şeyler geçirebilirsiniz.Herşey serbest, kimse sizi engellemiyor sizi. Küfür ve beddua serbest.Ama eğer birlikte yatacaksak lütfen bırakıp gitmek yok. Birlikte uyanıcaz, ben kurarım saati, o konuda bir sorun yok. İyi geceler, eşek, baykuş, kırlangıç, güve kelebeği ve at sineği.

Hiç yorum yok: